Salı, Temmuz 22, 2025

 

KIBRIS: DÜNYANIN KALBİNDE KAYNAMALAR VAR!

Fevzi MORAY – Emekli Piyade Kıdemli Albay
15 Aralık 2015 – İzmir

2015 yılında kaleme aldığım yazım aşağıdadır. Ancak bu yazı, Kıbrıs’ın jeopolitik önemini ve o dönemde yaşanan uluslararası gelişmeleri doğru okumak açısından bugün hâlâ son derece kıymetlidir. O nedenle, yazının güncellenmiş hâlini, bugüne ışık tutması amacıyla siz kıymetli okuyucularla tekrar paylaşıyor; özellikle genç nesillerin dikkatine sunuyorum:

Değerli silah arkadaşım Atilla Çilingir’in, Önce Vatan Gazetesi’nde 1915 yılında yayımlanan “41 Yıl Sonra Kıbrıs’ta Bir Amerikalı” başlıklı yazısı beni zamanında derinden etkilemişti. Şimdilerde  bu yazıyla birlikte yaklaşan tehlikeyi daha net görme imkanı buldum ve açıkçası içim dağlandı diyebilirim. 

Son dönemlerde Yavru Vatan Kıbrıs’a ayak basanlara ve yaşanan diplomatik gelişmelere baktığımızda, “Dünyanın Kalbi” olan Kıbrıs’ta havaların soğumasına rağmen ciddi bir ısınmadan söz etmek mümkündür. 2014 yılında ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, 52 yıl aradan sonra Kıbrıs’a resmi ziyaret gerçekleştirmiş; ardından ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları birer hafta arayla adaya gelerek dikkat çekici bir diplomatik trafik oluşturmuşlardır.

Sayın Çilingir yazısında Amerika’nın adadaki girişimlerine değinirken, ben de Rusya’nın hamlelerine dikkat çekmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Lefkoşa'nın Rum kesimine giderek Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiadis ile son derece kritik anlaşmalara imza atmıştır.

1974’ten bu yana Kıbrıs ve Akdeniz bu denli hareketli ve kaygan bir zemine oturmamıştır.
Ne oldu da Rusya ve ABD gibi küresel güçlerin emperyal girişimleri, bu stratejik bölgede bu kadar korku ve endişe yaratır oldu?

Konu Kıbrıs olunca, Türk milleti olarak meselelere geniş bir perspektiften yaklaşmak zorundayız. Özellikle 16. yüzyıldan bu yana bu kutsal topraklar uğruna can vermiş, emek sarf etmiş her Türk gibi (ben de 1986–1988 yılları arasında Kıbrıs’ta görev yaptım), bizlerin de -emekli dahi olsak -bu davayı unutmamak ve savunmak gibi tarihi bir yükümlülüğü vardır.

Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de tehlikenin farkındadır. Savaşla kaybettikleri Kıbrıs’ı masa başında kazanma çabası içerisindedirler.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras sol eğilimlidir ve Rusya ile geleneksel iş birliğini sürdürme niyetindedir. Kıbrıs Rum lideri Anastasiadis ise muhafazakâr bir çizgide olmasına rağmen Rusya ile ilişkilerde Çipras’la aynı doğrultudadır.

Bu yakınlaşmayı, Anastasiadis’in Rusya ile görüşmeler sonrasında Yunan devlet televizyonu ERT’ye verdiği şu demeç açıkça ortaya koymaktadır:

“Rum kesimi ile Rusya arasında tarihî ve güçlü ilişkilerimiz vardır. Bu ilişkileri daha da derinleştirmeye çalışıyoruz. Almanya ve Fransa’ya sağladığımız kolaylıklar gibi, Rusya ile de benzer bir anlaşma sağladık. Kritik durumlarda Rus gemilerine ve savaş uçaklarına ikmal kolaylığı sağlayacağız. Gerekirse Rus savaş uçakları Andreas Papandreu Üssü’nü ya da diğer havalimanlarımızı kullanabilecek.”

Bu açıklama, Rum tarafının Rusya’ya olan diplomatik yaklaşımını net biçimde ortaya koymaktadır. Türkiye ile Rusya arasında yaşanan krizler, önümüzdeki süreçte daha ağır siyasi ve ekonomik etkiler doğurabilir. Bu nedenle ilişkilerimizin bir an önce düzeltilmesi hayati önemdedir. Aksi takdirde, taviz vermeyen Rusya’nın atacağı adımları öngörmek zor değildir.

Soğuk Savaş döneminde (1945–1991) potin giyen SSCB, 1991’den sonra dağılmış ve iskarpin giymeye mecbur bırakılmıştı. Ancak bugün Putin yönetimindeki Rusya Federasyonu, yeniden potin giyme arzusuyla hareket etmektedir. Başka bir ifadeyle, SSCB hayali hâlâ canlıdır.

Rusya bugün:

  • Türkiye’yi füzelerle çevrelemektedir,
  • Kırım’ı ilhak etmiştir,
  • Baf Limanı ve Ermenistan topraklarını operasyonel alan olarak değerlendirmektedir,
  • NATO’nun İncirlik’i nasıl kullandığına benzer şekilde Suriye’deki Lazkiye ve Tartus üslerini aktif hale getirmiştir.

Ve daha da önemlisi; bu üsler tehdit altında olduğunda, Rus ordusuna açıkça “vur emri” verilmiştir.

Kıbrıs’ın abluka altına alındığı bir dönemde Rusya’nın böylesine hareketlenmesine özel dikkat diyorum.

Hatırlayalım: Rusya, 2004’te Annan Planı’nın yürürlüğe girmesi için BM Güvenlik Konseyi’nde KKTC’nin yok edilmesine yönelik kararı veto ederek Türkiye’nin yanında gibi görünmüştü. Ancak bu tutum, Rusya’nın kendi milli çıkarlarının bir gereğiydi.

Kıbrıs’ı elinde tutan gücün bölgeye hâkim olacağını bilen Putin yönetimindeki Rusya, artık sahnededir. Bu gerçek, Türkiye olarak bizlerin uyanık ve kararlı olmamızı gerektiriyor.

Son sözüm şudur:
Bu tehlikeli coğrafyada gelişen karmaşık diplomatik girişimler karşısında bazen tıkanıyor, derin bir endişeye kapılıyorum.
Ama bir ümidim var:
Eğer biz Türk isek; ne zaman, nerede ve nelere muktedir olduğumuzu içte ve dışta herkes çok iyi bilmelidir. Uyanan bir Türkiye’yi ve onun ayrılmaz parçası olan Kıbrıs’ı kimse elimizden a-l-a-m-a-y-a-c-a-k-t-ı r!                                                                                                                                                                            En derin sevgi ve saygılarım, tarihini unutmayan ve unutturmayanlaradır!…

                                “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”

Formun Üstü

 

 

Perşembe, Nisan 17, 2025

 

                                                             


Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici, ilimdir, fendir. İlim ve fen dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.”   Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk…

"Köy Enstitülerinden Bugüne: Aydınlığa Kurulan Tuzak, Geleceğe Kurulan Karanlık"

 “Değerli dostlarım, aydınlığı kucaklamayı hedef edinmiş sevgili okurlarım, bugün 17 Nisan 2025. Köy Enstitülerinin 85. kuruluş yıldönümü. Ne büyük bir özlemi, ne büyük bir hayal kırıklığını içimizde taşıyoruz! Yüreğim yanarak bu satırları kaleme alıyorum.

Öyle çok başlık atılabilir ki, içim parçalanarak kaleme aldığım bu yazıya, anlatamam!

Nedeni malumun ilamıdır! Ancak birkaç başlıkla engin görüşlerinizi beslemem gerekiyor.  

Çünkü Köy Enstitüleri yalnızca bir eğitim modeli değildi. O bir devrimdi! O, karanlığa inat yakılan bir aydınlanma ateşiydi.
Ancak bu devrim, bir zaman sonra ihanete uğradı. O aydınlık yol, birer birer karartıldı. İşte şimdi, hep birlikte bu yolculuğu hatırlama zamanıdır!

1-"Köy Enstitüleri 85 Yaşında: Bilimin Işığını Söndürmenin Bedeli"

Birinci başlığın içini dolduralım, şimdi…

Köy Enstitüleri, sadece bir eğitim modeli değil; bir kalkınma, bir aydınlanma projesiydi. Anadolu’nun yoksul köylerinden alınan çocuklar, hem akademik bilgiyle hem de yaşam becerileriyle donatılıyor, kendi köylerine öğretmen, sağlıkçı, ziraatçı olarak dönüyorlardı. Bu sistemle amaçlanan şey, köylünün maruz kaldığı cehaleti yenmekti. Amaç sadece okuryazarlık oranını artırmak değil, düşünen, sorgulayan ve üreten bir nesil yetiştirmekti. Ve bunu başarmışlardı.

Ne yazık ki, bu başarı bazı çevreleri rahatsız etti. Bilimin ışığı, karanlığı besleyenleri kör ederdi zaten. Onlar da o ışığı söndürmeye yeminliydiler.


2-: "Eğitimde Çöküşün Hikâyesi: Atatürk’ten Bu Yana Süregelen İhanet Zinciri"

Atatürk'ün “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” hedefi, Köy Enstitülerinde hayat bulmuştu. Ancak o büyük devrimci öldükten sonra, onun mirasına sahip çıkılması gerekirken, tam tersine bir geri dönüş başladı.

Köy Enstitüleri önce yıpratıldı, sonra isimleri değiştirildi, sonra birer birer kapatıldı. Yerine gelen sistemler, ne üretim odaklıydı ne de özgür düşünceyi teşvik ediyordu. Böylece sadece bir okul modeli değil, aynı zamanda halkın aydınlık geleceği de kapatıldı.

Ve bugün hâlâ bu kapanışın bedelini ödüyoruz, ne yazık ki!...

3-  : "Kapanan Sadece Okullar Değildi; Kapatılan, Bir Milletin Umuduydu"

Cumhuriyet’in ilk yıllarında inşa edilen eğitim politikaları, çağdaş uygarlık seviyesini hedef alıyordu. Ancak Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla birlikte, bu yol sistematik biçimde karartılmaya başlandı.

Bilim yerine hurafe, eşitlik yerine ayrıcalık, sorgulama yerine itaat getirildi. Eğitim sistemi, siyasi hesaplarla şekillendirildikçe, cumhuriyetin temel ilkeleri de birer birer yıpratıldı.

4-: "Cumhuriyetin Aydınlık Yolculuğu Nasıl Sabote Edildi?"

Köy Enstitülerinin kapatılması, sadece bir eğitim sistemi tercihi değildi. Bu, doğrudan cumhuriyetin hedeflerine yönelmiş bilinçli bir saldırıydı. Aydınlıkla karanlığın, bilgiyle cehaletin savaşında taraf belli olmuştu.

Sonrasında gelen yıllar; ezberci, sınav odaklı, sorgulamayı reddeden bir sistemin doğuşuna şahit oldu.

Bugün gençler arasında derin bir umutsuzluk, öğretmenler arasında yıpranmışlık, toplum genelinde ise bir bilinç bulanıklığı varsa, bu sürecin başladığı yer 17 Nisan 1940 değil, 1954’tür! (Eğitim Enstitülerinin Kapatılması)

5. Eğitim Üretimle El Eleydi: Köy Enstitülerinde Eşsiz Model…

Köy Enstitüleri sadece okuma yazma öğretmekle kalmadı; marangozluk, tarım, hayvancılık, müzik, resim, drama ve halk sağlığı gibi birçok alanda üretim temelli bir öğrenme ortamı sundu. Öğrenciler kendi okullarını inşa ettiler, tarlalarını ekip biçtiler, kendi elektriğini üreten köy okulları vardı. Eğitimin içeriği, hayatın tam kendisiydi. Öğrenim sürecinin her aşamasıyla üretime katkı sağlayan bu sistem, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da besliyordu. Bugün özlemle andığımız şey, işte bu çok yönlü ve hayata dokunan modeldir.

6. Bir Ülkeyi Karanlığa Götüren Suskunluk

Enstitülerin kapatılmasından sonra, bu büyük yanlışın üzerine adeta bir suskunluk perdesi örtüldü. Yıllar boyunca ne öğretildi, ne anlatıldı.

Oysa Köy Enstitüleri sadece bir eğitim politikası değil, bir toplum mühendisliğiydi; çağdaş, üretken, düşünen bireylerin yetişmesi için kurulmuş devrimci bir projeydi. Bu suskunluk, sadece geçmişin değil, geleceğin de karanlığa gömülmesiydi.

Çünkü gelecek, ancak geçmişin ışığıyla inşa edilebilirdi!.

 

7.  ve son başlık “Köy Enstitülerine Sahip Çıkmak, Geleceğe Sahip Çıkmaktır.”

Her yıl 24 Kasım’da üzerine koyarak naçizane yayınlamaya çalıştığım “Öğretmenler Günü” nedeniyle  sizlerin bilgilerinizi tazelemeye çalışmaktayım. bilirsiniz sevgili dostlarım…  

Bugün hâlâ eğitimde derin eşitsizlikler, köy okullarının kapanması, fırsat eşitsizliği gibi pek çok sorunla boğuşuyoruz.

Oysa Köy Enstitüleri gibi bir modeli sahiplenmek, bugün hâlâ mümkündür. Bu sadece nostalji değildir; bu bir direniştir, bir umuttur. Cumhuriyet’in temellerine, aydınlığa, bilime, emeğe, eşitliğe sahip çıkmaktır. Ve inanın, bu ülkede hâlâ o ruhu taşıyan insanlar var.

Belki bir gün, yeniden...umutluyum, ben.

Son Söz: Aydınlığa Hasret Kalmayalım.

Sevgili okurlarım,
Köy Enstitüleri bir hayaldi. Gerçek oldu. Sonra yok edildi. Ama o hayalin bıraktığı izler hâlâ yüreğimizde, belleğimizde, toprağımızda yaşıyor.
Her çocuğun eşit eğitim hakkına sahip olduğu, köylünün kendi öğretmenini yetiştirdiği, emeğin ve bilimin baş tacı edildiği o güzel günleri düşünmek, bugüne bir umut bırakmaktır.

O hayali yeniden kurmak elimizde.
Yeter ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün o meşhur sözüne tekrar kulak verelim:
"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir."
Ve unutmayalım:
Karanlık büyürken, bir kıvılcım bile çok şey değiştirir.

Ben yine umutluyum ve gençliğe güveniyorum.
Köy Enstitüleri, işte o kıvılcımın ta kendisiydi.
Bugün o kıvılcımı yeniden yakma zamanıdır.

Saygıyla, özlemle, umutla…
17 Nisan 2025’te, Köy Enstitülerinin 85. yılında…

                         NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”

Formun Altı

 

 

Çarşamba, Mart 12, 2025

 

                                                


                                                         AYŞEN GRUDA

“Ayşen GRUDA'dan Müzik Tutkusuna uzanan,  Hatıralar, Sanat ve Bir Ömür”

Bana ulaşan yukarıdaki  paylaşım içimi burktu. Bir anda 1960'lı yıllara gittim. O günler ne kadar anlamlıydı! Fakirdik ama ruhsal zenginliğimizle bu eksikliği kapatıyorduk. Şimdilerde ise gidişat hiç iç açıcı görünmüyor!.

Yukarıdaki Metni Kısaca Değerlendirmem Gerekirse:
Merhum Ayşen Gruda, topluma mal olmuş önemli bir sanatçıdır. Söz konusu paylaşım, hayatın belirsizliğine ve ölümün beklenmedik bir anda gelebileceğine dair derin bir mesaj veriyor, insanlığa!

O nedenle bana göre  Ayşen Gruda’nın verdiği bu mesaj duygu yüklü ve insanlara empatiyi, sevgiyi ve değer vermeyi hatırlatan anlamlı bir öğüt niteliğindedir.

Bugünleri Değerlendirmek Gerekirse:
Adaletsizlikler ve toplumu derinden yaralayan uygulamalar nedeniyle kendimizi çaresiz hissediyoruz. Bir millet olarak Atatürk gibi bir liderin yeniden başımıza geçmesini bekler olduk. Şartlar nedeniyle umudumuzu duaya bağlarken, bu Mübarek Ramazan ayında bir Hitit duası ile seslenmek istiyorum, siz, sevgili dostlarıma..

"Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET ver, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR ver, ikisi arasındaki farkı bilip en doğru kararı vermek için ise bana AKIL ver."                                                                                     

Hatıralara, Sanatla Bütünleşen Bir Ömre Ve Ayşen Gruda Gibi Aktiviste dair bir şeyler söylemek gerekirse:  
Yaşamda başarılı olmak için fiziksel ve ruhsal enerjinin bir arada olması gerektiğine inanıyorum.. Ruhsal enerjisi tükenen bir neslin yaşam enerjisi de tükeniyor!

 Ne yazık ki uzun zamandır bu enerjiyi arar olduk.

Bu yazıda neden Ayşen Gruda'yı örnek verdiğime dair kısaca bir açıklama yapmak isterim.

Domates Güzeli lakaplı  Ayşen Gruda ile İstanbul, Kadıköy, Moda'da, Hacı Şükrü Sokağı'nda oturuyorduk. Çocukluk arkadaşlığımız çok iyiydi. Abisi Aypak Erman ile daha da yakındık. Devre arkadaşım Suat Tansu'nun oturduğu  binanın en alt katında kiracıydılar.

İleti adresime düşen  paylaşıma uzun uzun bakarken, 1960'lı yıllara daldım. Ne güzel yıllardı, ne güzel günlerdi!..

Şimdilerde dostlarım bana "Hatıralarını neden resimlerle taçlandırmadın?" diye serzenişte bulunuyorlar.

Bu nedenledir ki;  Edip Akbayram, Barış Manço, Ahmet Selçuk İlkan, Erol Evgin, Emel Sayın, Ajda Pekkan, Orhan Gencebay, Selami Şahin ve daha nice değerle birlikte unutulmaz anılar biriktirdiğimi anlattığımda inanmakta tereddüt edenlere hak veriyorum.

Bu İhmalkarlığım Nedeniyle  Siz, Dost Ve  Okurlarımdan  Özür Diliyorum.

Sanattan beslenen toplumların her konuda ne kadar başarılı olduğu ve olacağı (!)  tarihi bir tespittir.

Bu düşünceden hareketle zamanında (2016 yılında) kaleme aldığım, çeşitli gazetelerle ve  siz sevgili dostlarımla, okurlarımla paylaştığım “Mesleğimdeki Başarımın Sırrı: Güzel Sanatlara Olan Tutkumdur.” başlıklı yazımın önemsediğim bir bölümünü  aktarmamın sayısız faydaları olacağına inanıyorum.  

 Sevgili okurlarım, sürekli memleket meselelerine odaklanmanın insanlığa faydadan çok zarar verdiğine ve ruhsal sağlığımızı bozduğuna inanıyorum. Arada bir de olsa hayatımızı sanatsal faaliyetlerle renklendirmenin sayısız faydaları vardır.

Dünya tarihine damga vuran devlet ve bilim adamlarının yaşamlarına baktığımızda, güzel sanatlarla ilgilendiklerini görürüz. Atatürk ‘Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur’ sözüyle bu gerçeği vurgulamıştır.”

2019 yılında kaybettiğimiz Türk tiyatrosu ve sinemasının unutulmaz ismi Ayşen Gruda'yı, kahkahalarımıza kattığı neşe ve sahnedeki eşsiz zarafetiyle saygı ve özlemle anıyorum.

“İnsanlığın güzel sanatlarla beslenmesi dileklerimle.” Fevzi Moray 12 Mart 2025                                                                 

                                        “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çarşamba, Ocak 22, 2025

“Bir kıvılcım olarak gidiyorsunuz, meşale olarak döneceksiniz” Mustafa Kemal Atatürk.

 

                                                  

 

Geleceğe Umut Taşıyan Bir Kıvılcım,  Bu Coğrafyada Bir Aleve Dönüşür.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bir kıvılcım olarak gidiyorsunuz, meşale olarak döneceksiniz” veciz sözünü rehber edinerek, bu gençler dünya çapında aKara Harp Okulu 1968 mezunu değerli devre arkadaşım Ümit ve saygıdeğer eşi Jale Önen’in oğlu Mert Önen ve ekip arkadaşlarının Almanya’da kurdukları “Bir Dünya Kıvılcım” derneği, hepimiz için büyük bir ilham kaynağı oldu.ydınlanma ve toplum farkındalığı yaratmaya yönelik projeleriyle geleceğe umut taşımaya devam ediyorlar.

18 Ocak 2025 tarihinde dernek başkanı Gözde Kara Günaydın’ın Fatih Altaylı ile TEKETEK Bilim programında yaptığı uzun ve derinlikli sohbet, hem derneğin vizyonunu hem de geleceğe dair umutlarımızı pekiştirdi.

Bu anlamlı girişim, sadece kurucuların değil, hepimizin evlatları için bir ilham kaynağı niteliğinde!

Aşağıda paylaştığım videoyu izlerken çok heyecanlandım, çok duygusallaştım. “Yeni bir ümit mi doğuyor ne?” diye düşünerek sevgi gözyaşlarıma hakim olamadım.

. Bu nedenle sevgili evladımız Mert Önen ve arkadaşlarını yürekten tebrik ediyorum. Birer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk sevdalısı olarak çıktıkları bu meşakkatli yolda başarılarının katlanarak artmasını diliyorum. İnşallah bu kıvılcım, ışığını tüm dünyaya yayarak Atatürk’ün işaret ettiği meşaleye dönüşür.

Atatürk’ün Türk Gençliğine Güveni: Sadi Irmak’ın Anısı:

Atatürk’ün Türk gençliğine ne kadar güvendiğini hatırlatan yaşanmış bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Atatürk, Sadi Irmak’ın isminin yanına “Berlin Üniversitesi’ne gitsin” diye not düşüyor. Ancak Sadi Irmak gitmek ya da gitmemek konusunda kararsız kalıyor. O zaman yaşadığı bu çıkmazı şu sözlerle anlatıyor:

“Vakit geldiğinde ise Sirkeci Garı’ndayım; ama kafam çok karışık. Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı? Tam gitmemeye karar verdiğim ve geri döndüğüm sırada bir posta dağıtıcısı ismimi çağırdı: ‘Mahmut Sadi! Mahmut Sadi! Bir telgrafın var.’‘Benim’ dedim. Telgrafı açtım, aynen şunlar yazıyordu: ‘Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz. İmza: Mustafa Kemal.’

Okuyunca düşüncelerimden olağanüstü utandım. ‘Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme’ dedim. Düşünün, 1923’te o kadar işinin arasında 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne hissettiğini sezebilen, ona göre telgraf çeken bir liderin önderliğinde bu ülke için can verilmez mi?

Çok başarılı oldum. Ülkeme alev olarak döndüm. Önce İstanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü‘nü kurdum. Kürsü başkanı oldum. Daha sonra ülkemi temsilen başbakanlık yaptım.”

Ayrıca zaman bulursanız, aşağıdaki linkten Gözde Kara Günaydın’ın Fatih Altaylı ile TEKETEK Bilim’de yaptığı ve 47 dakika süreli uzun ve derinlikli sohbetini takip etmenizi şiddetle öneririm. Bu sohbet, derneğin vizyonunu ve geleceğe dair umutlarımızı pekiştiren nitelikte..

Fatih Altaylı ile TEKETEK Bilim Programı

         “Ne Mutlu Türküm Diyene!”




Salı, Aralık 10, 2024

İZSU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NE/ İZMİR

 

İZSU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NE/ İZMİR

İZSU Genel Müdürlüğü'ne gönderdiğim dilekçem EK- A ile sunulmuştur.

 

Ancak cevap Narlıdere İZSU Şube Müdürlüğü'nden (Beytullah Taştan tarafından) verilmiş olup  aşağıda yer almaktadır. Bu cevaba ilişkin olarak, İZSU Genel Müdürlüğünüzden bazı hususlarda açıklama talep etmekteyim.

 

Narlıdere Şube Müdürlüğü'nce gönderilen cevapta, “Ölçü ve Ölçü Aletleri Muayene Yönetmeliği” esaslarına aykırı olduğunu düşündüğüm bazı noktalar bulunmaktadır.

 

Bu nedenle aşağıda yer alan sorularımın  yetkin birim olarak tarafınızdan yanıtlanmasını rica ediyorum:

 

          1-Ölçü ve Ölçü Aletleri Muayene Yönetmeliği’nin 9. maddesi (b) fıkrası, sayaçların periyodik muayenesinin 10 yılda bir yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu periyodik muayene, sayacın doğru ölçüm yapıp yapmadığının kontrol edilmesine yöneliktir ve sağlam bir sayacın değiştirilmesi gerekliliğini doğrudan kapsamaz.

 

Buna rağmen, Narlıdere Şube Müdürlüğü'nün yönetmeliğe ters düşen cevabi metni aşağıda olup şu şekildedir:

“Adresinizde takılı olan 4604010457 seri numaralı sayacın testi sağlam olarak sonuçlanmıştır.”
Bu ifadeye rağmen, sağlam olduğu beyan edilen sayaç neden değiştirilmiştir?

2.      21 Aralık 2024 Cumartesi günü, evde bulunmamıza rağmen, tarafımıza hiçbir

bilgilendirme yapılmadan ve iletişim kurulmadan, sağlam olduğu ifade edilen su sayacımız neden değiştirilmiştir?

 

İZSU Genel Müdürlüğü'nden talebim, vereceğiniz cevapta bu çelişkili uygulamaların dikkate alınmasıdır. Bu konuda tarafıma detaylı bir açıklama yapılmasını ve maddi, manevi mağduriyetimin giderilmesini arz ederim.

Saygılarımla,
Fevzi MORAY


İZSU NARLIDERE ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜNÜN  VERDİĞİ CEVAP:

Sayın Fevzi Moray,

İlgili talebiniz üzerine, Narlıdere İlçesi Yenikale Mahallesi Sütçüler Caddesi No. 134 D. 2 adresindeki aboneliğinize ilişkin yapılan inceleme neticesinde, aşağıdaki hususlar tespit edilmiştir:

1.      09/12/2024 tarihinde, damga süresini (10 yılı) doldurduğu için 3516 Sayılı Ölçü ve Ölçü Aletleri Muayene Yönetmeliği’nin 9. maddesi gereği 4604010457 numaralı sayaç sökülerek yerine 5022503553 seri numaralı yeni (sıfır endeks) bir sayaç takılmıştır.

2.      Sayaç değişimi, yönetmeliğin 9. maddesi (b) fıkrasındaki “Elektrik, su ve gaz sayaçlarının periyodik muayenelerinin 10 yılda bir yaptırılması zorunludur.” hükmüne dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Damga süresi dolmuş sayaçların değiştirilmemesi durumunda, yönetmeliğin 6. maddesi uyarınca idari ve cezai işlemler yapılması gerekmektedir.

3.      Abonelerimizden sayaç değişim ücreti talep edilmemekte, ancak sökülen sayaçların test ve ayar ücreti tahsil edilmektedir. Ayrıca yeni sayaç montajı sonrası oluşan tüketim bedelleri faturalara yansıtılmaktadır.

4.      Adresinizde takılı olan 4604010457 seri numaralı sayacın testi sağlam olarak sonuçlanmıştır. Bu sayaç üzerindeki 17.11.2024 ile 09.12.2024 tarihleri arasında kullanılan 22 günlük 5 m³ tüketim karşılığı 190,58 TL bedel tahakkuk ettirilmiştir. Ayrıca şu işlemler yapılmıştır:

o 2024 yılı için belirlenen tamir ve ayar ücreti: 550,14 TL

o Sayaç değişim bedeli: 446,50 TL

o Yeni takılan sayaçtan kaynaklanan 12 günlük 2 m³ tüketim bedeli: 162,85 TL

o Geçmiş dönem yuvarlama alacağı: -0,40 TL
Toplam fatura bedeli: 1.549,00 TL

5.      Aralık 2024 dönemine ilişkin faturanızda herhangi bir tahakkuk hatası bulunmamaktadır.

Bilgilerinize sunar, iyi günler dileriz.

İZSU Narlıdere Şube Müdürlüğü
Telefon: 0 (232) 293 71 40

 

 

“TÜRKİYE, BİR ZAMANLAR KÖY ENSTİTÜLERİYLE KIRSALI KALKINDIRAN ÜLKEYDİ!” İkinci(2) Bölüm

Birinci bölümde "Atatürk Döneminde Eğitim: Şahlanıştan Gerilemeye Uzanan Süreç" başlığı ile eğitim ve öğretim kurumunun kimler tarafından geriletildiğiyle ilgili çarpıcı tespitleri sizlerle buluşturmuştum.

 

 

 

“TÜRKİYE, BİR ZAMANLAR KÖY ENSTİTÜLERİYLE KIRSALI KALKINDIRAN ÜLKEYDİ!” İkinci(2) Bölüm.

 

Bu bölümde ise Eğitim Sektörünün karşısında olan çok daha önemli gelişmelerin adı konacaktır. Nedir o dediğinizi duyar gibiyim. 

Kısaca söyleyeyim. 

 Kırsal kesimde yaşayan ve eğitim imkânlarından yoksun olan çocuklara eğitim veren, bu öğrencileri hem akademik hem de tarımsal ve teknik konularda yetiştirerek köylere öğretmen olarak geri dönmelerini sağlayan Köy Enstitülerinin küresel çetenin baskılarıyla neden, 1956 yılında KAPATILDIĞINI tekrar hatırlamak ve hatırlatmak gerektiğini bilmek hakkımızdır diye düşünüyorum. Köy Enstitüleri’nin kapatılma gerekçelerine şimdi göz atabiliriz. 1950'de Demokrat Parti'nin (DP) iktidara gelmesiyle birlikte Köy Enstitüleri’nin kapatılma sürecine hız verildi. Enstitülerin kapatılmasıyla ilgili gerekçeler arasında, Türkiye’de bulunan köy enstitülerinin "SOLCU" ya da "KOMÜNİST" düşüncelerin merkezi haline geldiğine dair suçlamalar dile getiriliyordu! 

Kimlerin direktifiyle!? 

Küresel Batının tabii ki! 

Önemi nedeniyle konuyu biraz açalım!. 

Yıl, 1952’yi gösterirken, Türk Ulusunun üzerinde oynanan oyunların fitili NATO’ya girişle birlikte ateşleniyordu! NATO demişken NATO’ya giriş şartlarından bahsetmezsek olmaz. Unutmayınız yıl : 1952! Küresel Batının öne sürdüğü şartlar çok ilginç ve düşündürücü! 

1-NATO’ya girmek istiyorsan önce Kore’de savaşacaksın! 

 “Mealen; bu savaşta silahlı kuvvetlerinizi insan deposu olarak kullanacağım!” 

2-Türkiye’de Dini Eğitim ve Din devletine dönüşüm şartı getirilecektir! Çünkü dönemin yeni hükümeti (DP) , enstitülerin eğitim ve öğretim anlayışını, küresel batı ile ortak olan siyasi politikalarına uyumsuz görüyordu! 

“Neden ACABA!” Ünlem koyduğum deyimi biraz açayım. Köy Enstitüleri'nin amacı, kırsal kesimde eğitim ve kalkınmayı artırmak olsa da, toprak ağaları ( Adnan Menderes başta olmak üzere !) ve muhafazakâr çevreler bu kurumun köylüleri bilinçlendireceğini ve bu bilinçlenmenin köylüleri kendilerine karşı harekete geçirebileceğini düşünerek enstitülerin varlığından rahatsızlık duyuyorlardı! Yani mealen, küresel çeteyle aynı dil ve düşüncede birlik halinde hareket edeceklerini beyan ediyorlardı. Günümüzde ise yukarıdaki görüşü destekleyen profesör unvanlı Bülent Arı, 21 Mart 2016 tarihinde Aktif Haber’de bakınız, nasıl bir açıklama yapıyor!? Açıklamasında “Okuma Oranı Arttıkça Beni Hafakanlar Basıyor. Türkiye’nin Geleceği İçin Cahil Nesillerin Gerektiğini Ve Daha Yararlı Olacağını” dile getiriyordu! Bu görüşüyle; medeniyetin kapılarını açan Eğitim Enstitüleri’nden nefret ettiğini televizyonlardan gözümüzün içine bakarak söylüyordu! 21YY’da bu görüşüyle Prof. Dr. Bülent Arı, kamuoyunun çok büyük tepkisine neden olmuştur. Eğitim ve öğretim camiasının yüceliğine yakışmayacak suçlamalarına karşı aldığı cezalar, akıl durduracak, hayal kırıklığı yaşatacak türdendir. Bu tartışmalı ifadelerinden sonra Arı, görev yaptığı Sabahattin Zaim Üniversitesi’nden istifa etmiş ve ceza alacağı yerde adeta ödüllendirilerek eğitim kurumunun beyni olan YÖK’ün Denetleme Kurulu Üyeliği'ne atanmıştır. Anılan kişinin vukuatları bununla da sınırlı değildi. Konumuz “ Türkiye’de Eğitim Sistemi” olunca bu kişinin şahsi suçlarını merak edenler arama motorundan geniş kapsamlı bilgi alabilirler. Ancak kısaca belirtmek gerekirse, Bülent Arı'nın akademik kariyerinin yanı sıra, pek çok yüz kızartıcı şahsi olaylarla da ilişkilendirildiğini bilmenizi isterim. İkinci (2) bölümün sonu…Devam edecektir. 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.