KIBRIS: DÜNYANIN KALBİNDE KAYNAMALAR VAR!
Fevzi MORAY
– Emekli Piyade Kıdemli Albay
15 Aralık 2015 – İzmir
2015 yılında
kaleme aldığım yazım aşağıdadır. Ancak bu yazı, Kıbrıs’ın
jeopolitik önemini ve o dönemde yaşanan uluslararası gelişmeleri doğru okumak
açısından bugün hâlâ son derece kıymetlidir. O nedenle, yazının güncellenmiş hâlini, bugüne ışık tutması amacıyla siz
kıymetli okuyucularla tekrar paylaşıyor; özellikle genç nesillerin dikkatine
sunuyorum:
Değerli
silah arkadaşım Atilla Çilingir’in, Önce Vatan Gazetesi’nde 1915 yılında yayımlanan “41
Yıl Sonra Kıbrıs’ta Bir Amerikalı” başlıklı yazısı beni zamanında derinden etkilemişti. Şimdilerde bu yazıyla birlikte yaklaşan tehlikeyi daha net görme imkanı buldum ve açıkçası içim dağlandı diyebilirim.
Son
dönemlerde Yavru Vatan Kıbrıs’a ayak basanlara ve yaşanan diplomatik
gelişmelere baktığımızda, “Dünyanın Kalbi” olan Kıbrıs’ta havaların
soğumasına rağmen ciddi bir ısınmadan söz etmek mümkündür. 2014 yılında ABD
Başkan Yardımcısı Joe Biden, 52 yıl aradan sonra Kıbrıs’a resmi ziyaret
gerçekleştirmiş; ardından ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları birer hafta arayla
adaya gelerek dikkat çekici bir diplomatik trafik oluşturmuşlardır.
Sayın
Çilingir yazısında Amerika’nın adadaki girişimlerine değinirken, ben de
Rusya’nın hamlelerine dikkat çekmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta Rusya Dışişleri
Bakanı Sergey Lavrov, Lefkoşa'nın Rum kesimine giderek Kıbrıs Rum lideri Nikos
Anastasiadis ile son derece kritik anlaşmalara imza atmıştır.
1974’ten bu
yana Kıbrıs ve Akdeniz bu denli hareketli ve kaygan bir zemine oturmamıştır.
Ne oldu da Rusya ve ABD gibi küresel güçlerin emperyal girişimleri, bu
stratejik bölgede bu kadar korku ve endişe yaratır oldu?
Konu Kıbrıs
olunca, Türk milleti olarak meselelere geniş bir perspektiften yaklaşmak
zorundayız. Özellikle 16. yüzyıldan bu yana bu kutsal topraklar uğruna can
vermiş, emek sarf etmiş her Türk gibi (ben de 1986–1988 yılları arasında
Kıbrıs’ta görev yaptım), bizlerin de -emekli dahi olsak -bu davayı unutmamak ve savunmak gibi
tarihi bir yükümlülüğü vardır.
Yunanistan
ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de tehlikenin farkındadır. Savaşla kaybettikleri
Kıbrıs’ı masa başında kazanma çabası içerisindedirler.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras sol eğilimlidir ve Rusya ile
geleneksel iş birliğini sürdürme niyetindedir. Kıbrıs Rum lideri Anastasiadis
ise muhafazakâr bir çizgide olmasına rağmen Rusya ile ilişkilerde Çipras’la
aynı doğrultudadır.
Bu
yakınlaşmayı, Anastasiadis’in Rusya ile görüşmeler sonrasında Yunan devlet
televizyonu ERT’ye verdiği şu demeç açıkça ortaya koymaktadır:
“Rum kesimi
ile Rusya arasında tarihî ve güçlü ilişkilerimiz vardır. Bu ilişkileri daha da
derinleştirmeye çalışıyoruz. Almanya ve Fransa’ya sağladığımız kolaylıklar
gibi, Rusya ile de benzer bir anlaşma sağladık. Kritik durumlarda Rus
gemilerine ve savaş uçaklarına ikmal kolaylığı sağlayacağız. Gerekirse Rus
savaş uçakları Andreas Papandreu Üssü’nü ya da diğer havalimanlarımızı
kullanabilecek.”
Bu açıklama,
Rum tarafının Rusya’ya olan diplomatik yaklaşımını net biçimde ortaya
koymaktadır. Türkiye ile Rusya arasında yaşanan krizler, önümüzdeki süreçte
daha ağır siyasi ve ekonomik etkiler doğurabilir. Bu nedenle ilişkilerimizin
bir an önce düzeltilmesi hayati önemdedir. Aksi takdirde, taviz vermeyen
Rusya’nın atacağı adımları öngörmek zor değildir.
Soğuk Savaş
döneminde (1945–1991) potin giyen SSCB, 1991’den sonra dağılmış ve iskarpin
giymeye mecbur bırakılmıştı. Ancak bugün Putin yönetimindeki Rusya Federasyonu,
yeniden potin giyme arzusuyla hareket etmektedir. Başka bir ifadeyle, SSCB
hayali hâlâ canlıdır.
Rusya bugün:
- Türkiye’yi füzelerle
çevrelemektedir,
- Kırım’ı ilhak etmiştir,
- Baf Limanı ve Ermenistan topraklarını
operasyonel alan olarak değerlendirmektedir,
- NATO’nun İncirlik’i nasıl
kullandığına benzer şekilde Suriye’deki Lazkiye ve Tartus üslerini aktif
hale getirmiştir.
Ve daha da
önemlisi; bu üsler tehdit altında olduğunda, Rus ordusuna açıkça “vur emri”
verilmiştir.
Kıbrıs’ın
abluka altına alındığı bir dönemde Rusya’nın böylesine hareketlenmesine özel
dikkat diyorum.
Hatırlayalım: Rusya, 2004’te Annan Planı’nın
yürürlüğe girmesi için BM Güvenlik Konseyi’nde KKTC’nin yok edilmesine yönelik
kararı veto ederek Türkiye’nin yanında gibi görünmüştü. Ancak bu tutum,
Rusya’nın kendi milli çıkarlarının bir gereğiydi.
Kıbrıs’ı
elinde tutan gücün bölgeye hâkim olacağını bilen Putin yönetimindeki
Rusya, artık sahnededir. Bu gerçek, Türkiye olarak bizlerin uyanık ve kararlı
olmamızı gerektiriyor.
Son sözüm
şudur:
Bu tehlikeli coğrafyada gelişen karmaşık diplomatik girişimler karşısında bazen
tıkanıyor, derin bir endişeye kapılıyorum.
Ama bir ümidim var:
Eğer biz Türk isek; ne zaman, nerede ve nelere muktedir olduğumuzu içte ve
dışta herkes çok iyi bilmelidir. Uyanan bir Türkiye’yi ve onun ayrılmaz parçası olan Kıbrıs’ı kimse elimizden
a-l-a-m-a-y-a-c-a-k-t-ı r! En derin sevgi ve saygılarım, tarihini
unutmayan ve unutturmayanlaradır!…
“NE MUTLU
TÜRKÜM DİYENE”