Cuma, Mart 14, 2014

SİBEL EDMOND; Sibel Edmond Türk-İran asıllı, eski FBI çevirmenlerinden, ve ABD'nin örtülü Gladyo operasyonlarını basına sızdıran, kişi..
Eski FBI çalışanından önemli iddialar


Eski FBI çevirmeni Sibel Edmonds, ABD’nin 11 Eylül’e dek Taliban ve Bin Ladin’le çok sıkı ilişkileri olduğunu, bu kişiler eliyle Türkiye üzerinden Orta Asya’da gizli bir savaş yürüttüğünü iddia etti.
FBI’da çevirmenlik yaparken, daha sonra bu kurumla yaşadığı sorunlar sonucu işini bırakan ve o günden bu yana ABD dış politikasına ve istihbarat örgütlerinin faaliyetlerine dair ifşaatlarda bulunan Sibel Edmonds, Mike Malloy’un radyo programında Türkiye’yi de yakından ilgilendiren çarpıcı iddialarda bulundu.
Edmonds’a göre ABD, 11 Eylül’e kadar Taliban ve El Kaide eliyle Orta Asya’da gizli bir savaş yürütüyordu. Edmonds, Çin’in Sincan-Uygur bölgesinin de bu savaşın bir parçası olduğunu ve Türkiye’nin de bu süreçte ABD tarafından kullanıldığını öne sürdü.
Edmonds, muazzam enerji kaynaklarına sahip Orta Asya’ya yerleşmek isteyen ABD’nin, buradaki halkların ya da Rusya ve Çin’in olası bir tepkisini önlemek için, Türkiye’nin Türk-İslam siyaseti üzerinden burada ABD çıkarlarına uygun düşecek bir etki yaratmasına çalıştığını söyledi. Edmonds’a göre bu doğrultuda, ABD’nin bölgedeki savaşçıları olan El Kaide ve Taliban, Türkiye üzerinden de denetleniyordu. Sibel Edmonds iddiasıyla ilgili olarak şunları söyledi:
 “Böylece Orta Asya’da Türk casusları, Suudi ortakları ve Pakistan’daki müttefikleri kullanarak ABD’nin petrol sektöründeki yerini ve Askeri Sanayi Kompleksi yatırımını ilerletmek niyetiyle küçük bir grup tarafından on yıldan fazla sürecek yasadışı, gizli bir operasyon başladı” dedi.
“Ayrılıkçı Uygurları Taliban eğitti” iddiası
FBI’daki işinden ayrıldıktan sonra Sibel Edmonds’ın birçok konuda konuşması, “ulusal güvenlik” sebepleriyle mahkeme kararıyla yasaklanmış durumda.
 Edmonds, yakın zamanda Sincan-Uygur’daki olaylarla ilgili sorulan soruları da yanıtsız bırakmıştı.
Fakat CNN de dahil batı medyasındaki birçok gazete ve televizyon için çalışan ünlü muhabir Eric Margolis, Sincan’da Çin’e karşı savaşan Müslüman ayrılıkçıların, daha önce Afganistan’daki Taliban kamplarında, CIA’nın bilgisi ve desteği dahilinde eğitildiklerini öne sürmüştü.
Sibel Edmonds, konuşma yasağını delmek için uydurduğu ilginç bir yöntemle, bu eğitimde bazı Türkler’in de rolü olduğunu ima etti.
Susurluk ve Mehmet Eymür, Sincan’daki olaylarla bağlantılı mı?
Sibel Edmonds, konuşması yasak olan konularda bazı şeylere işaret edebilmek amacıyla geçen sene ilginç bir yöntem buldu. İnternette “Sibel Edmonds Devlet Sırları Galerisi” adında bir fotoğraf galerisi oluşturan Edmonds, burada bazı kişilerin fotoğraflarını kullanarak aralarındaki bağlantılara ve olaylardaki rollerine işaret etmeye çalışıyor.
Sincan’daki olaylarla ilgili olarak galeride ilk göze çarpan isim, sürgündeki Uygur hükümetinin başbakanı Enver Yusuf Turani. Eylül 2004’te Vaşington’da kurulan bu hükümetin ABD tarafından finanse edildiği, Sincan’daki olaylardan sonra yapılan haberlerle ortaya konulmuştu.
Edmonds’ın galerisindeki bir diğer tanıdık isim, CIA’nın Ortadoğu İstasyon şeflerinden, yıllarca Türkiye’de de yaşamış ve Türkiye kamuoyunun ismini sıkça duyduğu Graham Fuller.
ABD istihbaratı için Farsça, Türkçe ve Azerice çeviri yapan Edmonds’ın Fuller’le birlikte çalışmış olması kaçınılmaz görünüyor. Edmonds, daha önce Fuller’den duyduğu öfkeyi dile getirmişti.
Ancak asıl ilgi çekici olan, Sibel Edmonds’ın Türkiye ve Susurluk’la ilgili olarak ima ettikleri. “Susurluk’un ana aktörlerinden birkaçı da Chicago’da bulundular ve burada operasyonlarının belli yönlerine, özellikle de Doğu Türkistan-Uygur kısmına yoğunlaştılar” diyen Edmonds, eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür’ün fotoğrafını da galerisine astı.
Hatırlanacağı üzere Eymür, emekliliğini isteyip ABD’e gitmişti. Eymür halen ABD’de yaşıyor.
Edmonds, Eymür ve Fuller’in fotoğraflarının yanında bir başka tanıdık ismi daha ifşa ediyor: Susurluk kazası sırasında Türkiye’de görevli olan Marc Grossman.
Mahkeme kararıyla konuşamayan, eski FBI çalışanı Sibel Edmonds’ın iddiaları, gerçekliklerinin araştırılmasını gerektirecek denli önemli.

CIA ERDOĞAN'I NEDEN HEDEF ALDI?
Sibel Edmonds


"Uzun süre Türkiye'de yaşadım ve Türkiye iç politikasını çok yakından takip ediyorum. Ve doğrusu, benim "FBI muhbirlik" davamın konusu aslında "ABD-Türkiye arasındaki gizli görüşmeleri deşifre etmem"den kaynaklanıyor.

Bu yüzden hem ABD'de ABD çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye'de Türkiye çıkarlarına zarar verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım.
Amerikan vatandaşları Twitter üzerinden soruyorlar,
SORU-1 "Erdoğan hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?"

Yazdığım makalede bunu yapmaya çalıştım ve insanların konuyu doğru anlayabilmesi için, ciddi bir tarihi arka plan bilgisi vermek zorunda kaldım. Amerikalı insanlar şaşırıyor,
SORU-2-"Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor?"

CIA'nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı, ve ardından bir gecede onları nasıl yok ettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan'ın da başına getirilmeye çalışılıyor.  Ah evet, bu durum pek çok Amerikalı'ya Donald Rumsfeld'in Saddam'la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yok edilişini hatırlatıyor. Aynı süreç, Erdoğan'la ilişkilerde de açıkça görülüyor.
...
SORU-3-Ve Erdoğan'ın tasfiye süreci, Gezi Parkı olayları ile başlamış gibi görünüyor, ancak makalenizde de belirttiğiniz gibi bunun çok daha geniş çaplı, farklı nedenleri var. Örneğin daha önce Bir Gladyo Projesi: Fetullah Gülen röportajımızda anlattığınız gibi. Gülen'le de bağlantılı.
Peki, bu değişimin nedeni nedir? Erdoğan neden gözden düştü?

Evet, bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP'nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi, Erdoğan ve Gül'ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o noktalara.
Ancak burada şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. Yani, "Gülen" markasının arkasına sığınarak iş yapılıyor ve Gülen de buna müsaade ediyor. 1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dahil etti. Türkiye'nin laik kanadına göre Gülen, Türkiye'de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. CIA onu ABD'ye getirdi ve ne tesadüf ki, CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi. Gülen 15 yıldır ABD'de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor.
Bu Gladyonun A planı idi.
Gülen'in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar. Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye'de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan'ı parlatarak hükümete taşıdı.

Aslında 97'de Erdoğan'ın üyesi olduğu parti, askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002'de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan'ın başbakan olmasına izin verdi.
SORU-4 Peki 1997-2002 arasında değişen neydi?

Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD'daydı artık.
Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş ve "bu imama (Gülen'e) artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor" demeye başladı.
"İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim" diyordu. "Gülen" markasının arkasındaki CIA vb. derin yapılara da başkaldırıydı bu.
Erdoğan'daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye'deki bütün partilere, medyaya rağmen bunu eleştiren de Fetullah Gülen'di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen'in ABD'deki en büyük destekçisi de oradaki Yahudi lobisidir.

İsterseniz  Google'a gidip, en büyük Yahudi lobisi olan AIPAC'i, ya da ATC'yi "gulen aipac" yazarak sorgulayın.

İlginç olan, bir İslami imam olan Gülen'in, Yahudi lobisi tarafından destekleniyor olmasıydı. Yahudi lobisi bir İslami modeli asla desteklemez oysa. Tek başına bu durum bile, insanların Gülen hakkında şüphe duyması, soru sormaya başlaması için yeterli bir nedendir.


Bu da Erdoğan Gülen arasındaki kavganın ikinci nedeniydi. Yani, Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu.
Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. "Türkiye, AKP hükümeti Suriye'deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor ve bütün bunların ABD tarafından İncirlik üzerinden yönetiliyor" iddiası vardı.

Buraya kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD'nin mevcut hükümetiyle Erdoğan iyi anlaşıyordu. Esad'ın devrilmesi için gereken herşeyi yapıyorlardı. Ancak beklenmedik birşey oldu ABD'de. Obama karşıtı derin yapılanma, Esad'a şiddet (!) uygulandığına herkesi ikna etti, ABD müdahalesi hoş karşılanmamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya'nın devreye girmesi, ABD'yi geri adım atmak zorunda bıraktı.

Ve işte tam bu sırada, Türkiye kamuoyuna da, "Esad ile son derece iyi ilişkiler varken, muhalifler yüzünden ilişkiler bozuldu" inancı aşılandı. 

ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan'ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan'ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.

Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan'la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan, başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı. Erdoğan bunu net olarak görüyordu.

Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmış olabilirdi ancak, CIA'nın kontrolündeki Gülen cemaati ve AKP karşıtı Türkiye'nin eski güç sahipleri, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan "diktatör" olarak anılmaya başlandı.
Erdoğan'ın ElKaide ile ilişkili olduğu iddia edilmeye başlandı. Ki, ElKaide'nin de ne tür bir operasyon olduğunu biz açıklamaya, deşifre etmeye daha önce çalışmıştık. Erdoğan artık ElKaide'nin parasal kaynak sağlayıcıları ile bağlantılandırılmaya çalışılıyordu. Ve bütün bunlar, bu operasyonlar CIA tarafından yönetiliyordu.

Soru: Peki, bütün bunlar gayet açık, anlaşılabilir ancak benim kafama takılan soru şu, Gülen'le, daha doğrusu CIA ile Erdoğan arasında bir sorun varsa eğer, bu sorunun nedeni nedir? CIA Türkiye'den, Erdoğan'dan ne istiyor?

Erdoğan, AKP sadece birer sembol, tıpkı diğer ülkelerdeki kukla hükümetler gibi, Obama gibi, George Bush gibi.

Asıl önemli olan, bu sembolleri yönetmeye çalışan güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi.
CIA'nın yapmak istediği, söz konusu hangi ülke ise, onu tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti. Ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı bu sistem uzun seneler. Diledikleri kukla hükümeti getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar.

CIA'nın planı, Türkiye'yi bir model ülke olarak kullanmak ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti. Ilımlı İslam projesini Orta Doğu'da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu.

CIA, Erdoğan'ın kontrolünü kaybediyordu, Bu arada Gülen'le hiçbir sorunları yoktu. Gülen iyi bir uşak olmuştu, emirleri harfiyen uyguluyordu.

Erdoğan, CIA ile sorunu daha da büyütmek için rest çekti. Boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için "milyarlarca dolarlık silah alımlarını ABD ile değil, Çin'le yapacağım" dedi. Tüm dünya bu reste şaşırdı.

Bu, ABD ve NATO'nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayiini çileden çıkardı.

Ve Erdoğan daha da ileri giderek, "AB'ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği'ne katılmak istediğini" söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Batı için yüz senedir kukla olan Türkiye, kukla oynatıcısına karşı, sahibine karşı isyana kalkmıştı.
Batı, zorla kurduğu bu kukla düzenini, kolay yıktırmazdı.
İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. Kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD'nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.

Erdoğan'a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız;
1) Geri adım atacaksın. Herşeyi geri saracak, İsrail'le ilişkilerini düzeltecek, Çin'den silah almaktan vazgeçeceksin. Şangay'dan uzak duracaksın. Gülen'den özür dileyeceksin. Bu senin birinci seçeneğin.
2) Sessizce istifa edip gideceksin.

Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik.

Şu ana kadar çalıp çırptığın paralar varsa, onları da beraberinde götürebilirsin. Senden öncekiler de çaldı. Paralarınla İngiltere'ye gitmene izin vereceğiz.
3) Bunları kabul etmezsen, bizi bekle. Bu sana iki senaryo sunar; 
a) Kaddafi gibi, Saddam gibi yokedilirsin, seni Taksim meydanında, Gezi Parkı'nda öldürürüz. 

b) Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin. Seni İngiltere'de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.


FEVZİ MORAY İLAVESİDİR..
NE DİYORDU AMERİKA POLİTİKACISI HENRY KİSSİNGER:
"Amerika Olarak Biz Neden Güçlüyüz Biliyormusunuz? Bizler Aramızdaki Vatan Hainlerini Öldürürüz.Diğer Ülkelerdeki Vatan Hainlerini İse Kahramana dönüştürüp O Ülkelerin Üst Yönetim Kurumlarının başına getiririz"

 Henry Kisssinger,Yahudi kökenli ABD eski dış işleri bakanı:

İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya.

Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek'e sunulanlarla aynı. CIA böyle çalışıyor. Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor. Ama aynı CIA, Esad'a bu seçeneklerden hiç birini sunmadı, Obamaya rağmen.

Ve birkaç ay içinde kavga daha da büyüyecek.

ElKadı ile Erdoğan'ın ilişkisi şu anda piyasaya sürülüyor ancak, ElKadı 1990 ortalarından beri FBI tarafından biliniyordu. ElKadı'nın çalışma merkezi Şikago idi ve garip olan, Gladyo B'nin de çalışma merkezi Şikago. Aynı zamanda Abdullah Çatlı da Şikago'ya geldi, orda ona ABD'de sürekli kalma izni (Yeşil Kart) verildi, daha sonra çeşitli bölgelere gönderildi. Mesela Azerbaycan'a, baba Aliyev'i öldürmek üzere gönderildi vs. Yani Şikago bu işlerin merkezi, yönetim noktasıdır.

FBI, ElKadı'yı ne zaman Şikago'da sıkıştırıp da yakalamak istese, araya CIA giriyordu. Ve nihayet, ElKadı'ya toparlanıp Arnavutluk'a kaçması için yeterli zaman verildi. Ve kaçınca da "hay Allah, elimizden kaçırdık" dendi.

Bu arada ABD onu 9-11'in para sağlayıcısı olarak her yerde deşifre ediyordu.  ABD bu kez, "onun Arnavutluk'da olduğunu biliyoruz, adresi herşeyi elimizde, Arnavutluk hükümetinden onu resmen isteyelim" dediler. Ancak ona Türkiye'ye geçmesi için gereken iki haftalık süreyi vermeyi de ihmal etmediler.
ABD bu kez "hay Allah, Arnavutluk'tan da kaçırdık adamı" deyiverdi. Bu defa Türkiye ile yazıştı ve "bu adamı sizden istiyoruz" dedi. Türkiye tarihinde ilk defa, "pardon, aramızda böyle bir suçlu değişim anlaşması yok. Bu adam herhangi bir suç da işlemedi burada, bu yüzden onu size veremeyiz" dedi. Ve ABD "ah öyle mi, tamam sorun değil" diyerek dosyayı kapattı!

ElKadı, Azerbaycan dahil pek çok yere rahatça gidip gelen bir adam. Sadece Asya bölgesine değil, aynı zamanda Avrupa'ya da gidiyor. Örneğin Londra'ya, iş gezileri. Sonunda ElKadı, bir iş adamı olarak BM'ye kendisini terörist listesinden çıkarma başvurusunda bulundu ve BM de bu başvuruyu değerlendirip onu listeden çıkardı!


Ama ne olduysa, aniden Erdoğan'ın oğlunun ElKadı ile fotoğrafları servis edilmeye başlandı. Bu tür haberler yayılmaya başlandı. Ve bu haberlerin pek çoğu Gülen cemaati tarafından servis ediliyordu. Ve tabii ki CIA destekli MİT'ten bir grup tarafından...

Ve çok ilginç bir nokta da şu ki, bu servis edilen haberlerin çoğu WikiLeaks'den geliyordu. Burada kafama birşey takılıyor, acaba bunlar WikiLeaks'de halihazırda bulunan bilgiler miydi, yoksa birdenbire, aniden keşfedilmiş bilgiler miydi? Bu konuda şüphelerim var.
WikiLeaks, CIA'in kontrolünde olabilir mi? Sadece bir soru.

...
Soru: Sizce Erdoğan'ın başına gelenler ,Kaddafi ve Saddam'ın başına gelenlerle tıpatıp aynı mı olacak, yoksa biraz daha farklı bir versiyon mu göreceğiz burada?

Türkiye, Mısır ya da Libya'dan tamamen farklı bir ülkedir, dinamikleri çok çok farklıdır. Öncelikle, Türk insanı gerçekten de farkındalığı yüksek bir kitledir. Aptallar için tasarlanmış iki partili sistem, ABD'de olduğu gibi, Türkiye'de çalışmaz. Türkiye'de çok farklı fraksiyonlar, eğilimler mevcuttur. ABD'de olduğu gibi, yani Demokrat ve Cumhuriyetçiler arasında bir gel-git oyunu sergileyerek halkla dilediğiniz gibi oynamanız Türkiye'de çalışmaz.

Burada bilinç düzeyi son derece yüksek bir halk kitlesinden bahsediyoruz.
ABD'den çok farklı bir kitledir bu. Eğitimli ve düşünen insanların olduğu bir ülkede bu kadar kolay oyunlar sergileyemezsiniz, bu çok zordur.

Diğer bir fark da, Türk insanının aktivist yönü. Sokaklara inen, hakları için mücadele eden bir topluluktur Türkler.
Bana soruyorlar bazen, oyunu kime vereceksin diye. ben de "oyumu Türk halkına vereceğim" diyorum, çünkü onlara inanıyorum, onlar kendilerine ne olacağına kendileri karar vereceklerdir.
Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli ve Libya'da, Mısır'da olanlardan ders almalıdır. Bunları milliyetçi bir kişiliğim olduğu için söylemiyorum, burada tamamen farklı tür insanlardan bahsediyoruz.
...
ABD'nin planları Libya ve Mısır'da olduğu kadar kolay işlemeyecektir Türkiye'de.
...
Diğer bir konu da, AB meselesi. Daha önce AB'yi bir kurtuluş olarak gören Türk insanı, AB'nin politik ve ekonomik çöküşünü görüyor. Almanların Türkiye'deki işlere başvurduklarını, Avrupa'da işsizliğin boyutlarını görüyor. AB'ye girmemiş olmanın bir avantaj olduğunu düşünüyorlar.

KARANLIK GELECEĞİN  AYAK SESLERİNİ DUYUYOR MUYUZ!. 14 MART 2014
Sevgili dostlarım,  en büyük  çekincem  son günlerde  olumlu  gelişmelerin etkisi altında kalarak rehavete kapılmaktır.  Üzerimizde oynanan oyunlara daha bir temkinle , bilinçle ve kuşkuyla yaklaşmanın  sayısız yararları vardır. Bu minvalde  doğru kararlar verebilmek ve doğru hedeflere emin adımlarla ulaşabilmek için ABD’yi ve onun içinde ve/fakat ondan   müstakil  ve etkin   hareket eden  kurumları yakından tanımak gerekir.

Zira bu gizli güçlerce yönetilenler,  - kim midir onlar,    Obamalar , George Bushlar , Saddamlar, Kaddafiler , diğer ülkelerdeki kurulan hükümetler,   vb. – küresel gücün  nezdinde sadece birer semboldürler.  
Asıl önemli olan;  demokrasiyi rafa kaldırmaya yönlendirilmiş  hükümetleri başa geçirenlerin  kimler olduğu konusunda cahil kalmamaktır..
Merak ettiğinizi bildiğim  bu güçler topluluğu kimler midir?  ;, CIA, FBI , PENTAGON , gladyoyu yönetenler  ve  ABD Silah Sanayini elinde bulunduranlardır tabii ki…

Malum olduğu üzere küresel devin  vazgeçemeyeceği Milli Hedef ve Menfaatleri vardır.. Dünyaya hakimiyet teorilerinden  önemli olan ilk üçü,  Kenar Kuşak ,Kara Hakimiyet ve   Yeşil Kuşak  teorisidir.  Bütün  TEORİLERİN  ibresi , dünyaya hakimiyet üzerinde kilitlenmiştir.   

Son dönemde Ukrayna’nın  ve Suriye’nin  sıkça  gündemi işgal ettiği gözden kaçmamaktadır. Bu nedenle de kısaca Kara Hakimiyet Teorisine özel  bir DİKKAT gerekir.  Kenar Kuşak Teorisiyle   SSCB’ni ve onun  vazgeçilmezi olan   Komünizm rejimini  yıkan batının , Avrupa’ya, Afrika’ya ve Asya’ya  hakim olabilmesi  için uyguladığı projenin adıdır , KARA HAKİMİYET TEORİSİ.
Diğer bir deyişle, gerek Suriye’de gerekse Ukrayna’da  olup bitenler  dünyaya  hakimiyet planın parçalarıdır. Bu planın  yüklenicisi ise  ABD’nin ta kendisidir…

Tüm gelişmeleri bu çerçevede değerlendirdiğimizde ise  öncelikle  birinci olarak , ABD’nin tek kutuplu dünyanın  küresel liderliğini, sonsuza kadar sürdürmek istediğini  bilmeliyiz. İkinci olarak da   dünyanın hiçbir bölgesinde küresel gücün , emellerine karşı direnen bir güç istemediğini akıllardan çıkarmamalıyız..
Hal böyle olunca  Ukrayna ve Suriye’de yaşananlar , küresel devin hedefe ulaşma yolunda vazgeçilmez saldırganlığına ve telaşına  ÖZEL DİKKAT gerekir..

Şu ana kadar çizdiğim kötümser tablo için sizlerden özür diliyorum. 

İç ve dışımızdaki gizli güçlerce , üzerimizde oynanan oyunları görmememiz adına insanımız , çeşitli programlarla  adeta bombardımana tutulmakta ve beyinler uyuşturulmaktadır..(Survivor, Evlenme  vb.. programlarla) 

Uyanık olmaya devamla: birinci öncelikle  düşüncelerine ve tespitlerine önem verdiğim  ve Okyanus ötesinde Türkiye’nin  güvenilir sesi olmuş Sayın Savaş Suzal’ın 11 Mart 2014 de Yeniçağ gazetesinde kaleme aldığı yazısından bir paragrafı sizlerle paylaşmalıyım.. 

Amerikalılar, özellikle bizim gibi ülkelerde yolsuzluğa müsait adamları seçip, kolay kullanmak için başa getirirler. Anlaşılan bunların götürdüğü miktar Amerikalıların tolerans sınırlarını bile geçmiş. Duyduklarımız, herhalde bu yıl içinde duyacaklarımızın yanında hafif kalacak gibi.

Yine bu minvalde , Amerika’nın  alenen ortaya koyduğu kirli emellerini bir kere daha dile getirmenin ne zararı olur ki..

"Amerika Olarak Biz Neden Güçlüyüz Biliyormusunuz? Bizler Aramızdaki Vatan Hainlerini Öldürürüz.Diğer Ülkelerdeki Vatan Hainlerini İse Kahramana dönüştürüp O Ülkelerin Üst Yönetim Kurumlarının başına getiririz"  Henry Kisssinger,Yahudi kökenli ABD eski dış işleri bakanı:

Şimdi ise  önümüzü aydınlatacak başka bir ifşaatı  sizlerle paylaşmalıyım. 

Türk-İran asıllı ve eski FBI çevirmenlerinden  ve ABD’nin örtülü Gladyo operasyonlarını basına sızdıran Sibel Edmonds’nın  ekte ki görüş ve düşünceleriyle  sizleri baş başa bırakıyorum..
https://mail.google.com/mail/#inbox/144c01ac92b21902?projector=1

Dile getirdiklerini  ALTINI ÇİZEREK OKUYUNUZ LÜTFEN   Bu sayede küresel devin  kirli emellerine hedef olan ülkemizin  üzerindeki  sis perdesi  umarım kalkacaktır .

Uygulanan bu kadar iç karartıcı  senaryolardan sonra çözüm nedir derseniz? 
1 1-Gençlerin ve kendini genç hissedenlerin  bir an evvel uyandırılması  gerekmektedir.
22-- ismi duyulmayan nice vatansever insanları yukarıya taşıyacak köklü sistemlerin ;  - seçim sistemi, partiler kanunu, seçim barajı gibi- el birliği ile  yürürlüğe sokulması elzemdir..
SONUÇ NEDİR DERSENİZ:
Biz istemediğimiz halde  uzun yıllar kokuşmuş  bu sistemle ülkeyi yönetenler!, İsmini adeta ezberletenler!  Yukarıdaki  rasyonel  dileğimin   gerçekleşmesiyle   tarihin derinliklerine  BİR DAHA ANILMAMAK üzere göçeceklerdir.
Aksi halde işimiz yine Allah’a dua etmeye kalır….
En derin sevgi ve saygılarım uyanık  ve cesaretli olanlara ve vatanını sevenleredir..
Fevzi Moray
Vatansever Türk vatandaşı