Çarşamba, Nisan 18, 2012

Hıncal Uluç'dan Engin Ardıç'a bomba gibi yanıt..

Değerli dostlarım kahraman silah arkadaşlarım, bir yerlerden kuvvet alarak Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'e  saldıranların başını Engin Ardıç denen bir  yazar(!)  çekmektedir. Allah bu gibi  kadir bilmezlere ve tarihi bilinçli saptıranlara akıl fikir versin. Ne diyelim..
Fevzi Moray

 21 Mart Cumartesi günü Sabah'ta yayınlanan Engin Ardıç'ın yazısı ;

BU YAZIYI TEKRAR ETMEDE YARAR GÖRDÜM.SUSANLAR BELKİ BİR GÜN UTANIR DİYE
Engin Ardıç'a Hıncal Uluç'tan yanıt
Engin Ardıç yazısı
21 Mart Cumartesi günü Sabah'ta yayınlanan Engin Ardıç'ın yazısı ;
 Atatürk'ün pasaportu var mıydı?
Atatürk'ün yurt dışına hiç çıkmadığını hep biliriz... Bu, büyük
 bir erdem olarak pazarlanmıştır: Kendisi hiçbir yere gitmeden herkesi
ayağına getirmiş!
 Herkes dedikleri, İran şahı ve İsveç kralı gibi "kıyıdan
 köşeden" adamlar, bir de İngiliz kralı Edward tabii... Yanında da Mrs
 Simpson... Ama o da aşkı uğruna kısa bir süre sonra tacı tahtı
 bırakacağından, bu gezinin bir yararı olmamış. Olamazdı da... İngiliz
 kralı ya da kraliçesi "hüküm sürer ama idare etmez" ... Meclise
 izinsiz giremediği, seçimlerde oy kullanamadığı gibi, dış politikaya
 da karışamaz!
 Bunun dışında kim gelmiş Türkiye'ye? Hitler mi, Stalin mi,
 Mussolini mi, Roosevelt mi, Hirohito mu? Hiçbiri.
 Keşke İspanyol başkanları Alcala Zamora ya da Manuel Azana
 gelselerdi de, "asi generallere" karşı İspanyol Cumhuriyeti'ne sahip
 çıkma onuruna kavuşsaydık yahu...
 Ama niçin geleceklerdi? Türkiye önemli bir ülke değildi ki,
 kendi kabuğuna çekilmiş, yaralarını sarmaya ve Batılılaşma girişimini
 temele indirmeye çalışan, "dünya sahnesinin önünden çekilmiş" bir
 ülkeydi... Her türlü Osmanlı mirasını da reddettiği için (borçların
 bir kısmı hariç!), "beni kendi halime bırakın, karışmayın, bulaşmayın"
der gibiydi dünyaya...
 Atatürk'ün yurt dışına hiç çıkmamış olması niçin büyük bir
 başarı olarak değerlendirilmiştir?
"Kendi kabuğuna çekilmek, kendi yağıyla kavrulmak" erdem sayıldığı için!
 Bu da memur zihniyeti değilse, memur zihniyeti başka nasıl olur acaba?
 Ve de Atatürk'ün bazı Anadolu kasabalarını dolaşmış olması niçin
 büyük birer olay gibi pazarlanmıştır? Hele İstanbul'a her gelişi niçin
 "tarihi gün" sayılmıştır?
 Yani tasavvur edebiliyor musunuz, Hitler'in Stuttgart'a gelişi
 bayramı, Mussolini'nin Venedik gezisi şenlikleri, Stalin'in Odessa'yı
 ziyaretinin bilmemkaçıncı yıldönümü kutlamaları... Var mı böyle bir yağcılık?
 Toplum o kadar "donuk", ulaşım o kadar yetersiz durumdaydı ki,
 bir yerden bir yere gitmek başlıbaşına heyecan verici, serüven gibi
 bir şeydi o dönemde...
 Keşke bu gibi çarçur gezilerle övüneceğimize, "Atatürk'ün uçağa
 binip Atina'ya gitmesi ve eski düşmanlarını kucaklaması, Atatürk'ün
 Cenevre'de yaptığı ünlü Milletler Cemiyeti konuşması, Atatürk'ün
 tarihi Beyaz Saray ziyareti, Atatürk'ün meşhur Moskova gezisi,
 Atatürk'ün unutulmaz Paris barış görüşmeleri" gibi hatıralar
 kalsaydı... Ayıp mı olurdu, günah mı?
 Belki o zaman cumhurbaşkanlarımızın ya da başbakanlarımızın dış
 gezileri de memurlarımıza ve memur ruhlularımıza küfür gibi
 gelmezdi!...
> Atatürk hiç yurt dışına çıkmadı dedik, bu hem doğrudur hem yanlış...
> Atatürk yurt dışına çıkmadı ama, Mustafa Kemal çıktı!
 Libya'ya gitti çarpışmaya ama orası yurt dışı sayılmıyordu...
 Bunun dışında Sofya'ya, Berlin'e ve batı cephesine de gitti
 görevli olarak, Viyana üzerinden Karlsbad'a da gitti (Karlovy Vary)
 sağlık  nedenleriyle...
 Ama o zamanlar bir "imparatorluk subayıydı" ...
 Hani şu nefret kustukları Osmanlı İmparatorluğu vardı ya, onun
 ordusunda subaydı.
 1919 yılında ordudan istifa edene kadar bir Osmanlı subayıydı.
 Hadi kim hayır diyecekse desin de alnını karışlayayım.
 Hıncal Uluç'un Engin Ardıç'a yanıtı;
 Atatürk'e dil uzatanlara...
 Önce biri hafta sonu hiç yüzü kızarmadan saldırdı gene,
"Atatürk'ün pasaportu var mıydı" diye.. ..
 Ve çizdiği Atatürk portresine bakar mısınız?..
 "Vizyonsuz..Memur zihniyetli biri.."
 Utanmazlığın ölçüsüne bakar mısınız?..
 Yıkılmış, tükenmiş, bitmiş, işgal edilmiş Osmanlı'nın
 küllerinden, Avrupa'nın "Hasta Adam" dediği Türkiye'den, modern bir
 batı cumhuriyeti yaratan adam için çizilen tabloya, aşağılamaya
 bakarmısınız?..
 "Memur zihniyetli, vizyonsuz!.."
 Bu korkunç kafaya, bu örümcek düşünceye yanıtı, ayni günün
 gecesi, Rus Kızıl Ordu Korosu muhteşem bir yanıt verdi, tesadüfe bakın
bu defa, TİM'de.. Ben ordayım üç kardeşimle, Öcal Serpil ve Kemal'le...
Salon son koltuğuna kadar tıklım tıklım doluydu ve herkes,
Atatürk'ün neler yaptığını anlatan Kızıl Ordu korosuna hem de nasıl
coşkuyla eşlik ediyordu..
 "Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,
 Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
 Türk'üz bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız."
 Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,
 Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri."
 "Karanlığın üstüne güneş gibi doğmak" nedir bilir misin sen, karanlık adam?..
 O senin memur zihniyetli, vizyonsuz dediğin adam, o yıllarda
 yepyeni bir devlet, çağdaş, bir cumhuriyet kuruyordu, bir ulusun
 kaderini değiştiriyor, dünyaya, hele de Müslüman dünyaya örnek
 oluyordu, öğretmediler mi sana?..
 O vizyonsuz, o "Memur zihniyetli" dediğin adamın dünyadaki
 itibarını, saygınlığını bilir misin?..
 Efendim "Kimse gelip gitmemiş Türkiye'ye Atatürk zamanında.."
 İngiltere Kralı gelmiş ama, o sayılmazmış.. Çünkü adamın zaten
 yetkisi yokmuş..
Birleşik Krallık kralının ülkemize, Atatürk'e gelişini bir
formalite sanıyor.. Peki o zaman "Pasaportlu" Abdullah Gül'ün iki
günde bir yurt dışına gitmesi, bu ülkede devlet başkanları ağırlaması
ne?.. 
Atatürk'e gelen İran Şahı adam değil de, Gül bugün İran'da ne arıyor peki?..
 Adamın, Atatürk'e saldırma gözlerini öyle karartmış ki, ne  dediğini bilmiyor, çelişkiler içinde..
 İngiltere Kralı, İran Şahı, gelmemeliymiş de, kim gelmeliymiş?..
 Hitler, Mussolini, Stalin.. Verdiği örneklere bakar mısınız?..
 Hafazanallah.. Bunlardan biri gelmiş olsaydı kazara, bugün
 kimbilir neler yazardı, düşünebiliyor musunuz?.
 İngiliz Kralı yetkisiz.. 
Peki yetkilisi, hem de azılı Türk  düşmanı Lloyd George ne dedi, hem de Birleşik Krallık Millet  Meclisinde..
 "Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi."
Atatürk uçağına atlayıp Yunanistan'a gitmemişmiş.. 
Venizelos'la kucaklaşmamış.. Ama Venizelos yenildiği düşmanı Atatürk'ü 1934 yılında
 Nobel Barış Ödülüne aday göstermiş.. Nasıl olmuş bu peki?.. Vizyonsuz,
 memur zihniyetli, içine kapanık adamdan başkasını bulamamış mı, Yunan
 Lideri, "Dünya barışına en hizmet eden kişi" diye seçecek?..
Atatürk Mussolini'ye gitmemiş. O da Türkiye'ye gelmemiş.. Ama
 Atatürk'ün süvarileri İtalya'ya gidip, zamanın en büyük binicilik
 kupasını, hem de Mussolini'nin adını taşıyanını Türkiye'ye
 getirmişler.. Bu müthiş spor hamlesinin ne manaya geldiğini bilir
 misin sen?.. O vizyonsuz, memur zihniyetli adamın, o sıralar nasıl bir
Türkiye kurmakla meşgul olduğunu anlayabilir misin, bu örnekten yola
 çıkıp?.. Aklın erer mi?.
 Erer.. Bal gibi erer de işine gelmez söylemek... Sen ve senden  yüz bulup hemen ertesi gün Atatürk'e saldıran yamağın da bilir  bunları, çok iyi..
 Kilitleyin bilgisayarınızı gene de, size yağan e-mailler geri  dönsün tamam mı?.. Yüreğiniz o kadar..
 Bakın, bugün bu köşede, 20'inci Yüzyılın en önemli adamlarının
Atatürk hakkında söylediklerinden bir derleme seçtim sizin için..
 Okuyun, iyi okuyun ve iki günde bir saldırdığınız, sövdüğünüz, dalga
 geçtiğiniz Mustafa Kemal Atatürk'ün nasıl bir devlet adamı, nasıl bir
 deha, Türkiye için nasıl bir şans olduğunu iyi öğrenin..
 Ne yazık ki, sizin için de büyük şans oldu Atatürk!.
 O olmasaydı, bugün bu köşelere oturup bu saçmaları bu kadar
 özgür yazma imkânınız olur muydu?..

Çarşamba, Nisan 11, 2012

SUÇSUZ İNSANLARA KULAK VERİNİZ!

                                                                                                                                                                                                                         ALLAH AŞKINA SUÇSUZ İNSANLARIN HAKLI FERYATLARINI DUYUNUZ , DUYURUNUZ!
Değerli dost ve silah arkadaşlarım, öncelikle , ülkemizdeki hukuksuzluğun, adaletsizliğin ne boyutlara ulaştığını  görmek istiyorsanız  eğer , İlhami Yangın ve Soner Yalçın’ın  ye4ni çıkan  “Cümbür Cemaat”  ve  “Samizdat.” adlı kitaplarını mutlaka  okumalısınız derim.  İspatlı, delilli gerçekleri  okudukça vay be! Bu kadar da olur mu diyerek  hayretlere düşeceksiniz .Şimdi bu minvalde  sizleri başka bir gerçekle buluşturmak  istiyorum.
Bu gün sizlere;  her zaman duyurmaya çalıştığım gibi Ergenekon  , Balyoz,  Poyraz köy, Lodos köy!  Batı köy! Doğu köy! Ve  benzeri adlar altında   demir parmaklıklarda suçsuz yere yatan  bir silah arkadaşımın  daha ,  engellenen(!) feryatlarını duyurmaya çalışacağım.
Bu feryatlar duyurulmadığında  , bilinip  duyarsız kalındığında  inanın çok acı çekiyorum. . Düşmanın ,   düşmanına reva göremeyeceği bu davranış biçiminin  kutsal kitaplarda (!)   yeri ;  ‘katliam’la eş değerdir.  

Aynı zamanda vahşettir, hainliktir, kindarlıktır, zalimliktir, cahilliktir  olumsuz ne derseniz deyin o dur işte…
Suçsuz  olduklarına yürekten inandığım  vatan evlatlarına , düşünen , gerçekleri bizlere aktarmaya gayret eden  ilim irfan sahibi  vatanperver değerlere  yapılan bu zulmü  şiddetle kınıyorum. Tepki vermekte  inanın  çoğu kez yetersiz kalıyorum.  Ama Allah’dan ki imdadıma  Milli Gazete yazarı sayın  Mehmet Şevki Eygi beyin  bundan iki yıl evvel kaleme aldığı sizlerin de gözünden kaçtığını bildiğim  beddua yazısı yetişti de biraz olsun ferahladım..
Milli Görüş çizgisinde olan ve  Ahlak,  Maneviyat  ve  Hakkı üstün kılan  felsefeyi  benimseyen   Milli Gazetenin yazarı Sayın  Eygi’nin yazısıyla  sizleri baş başa bırakıyorum.                                                                     
“Allah cezanızı Versin” Mehmet Şevki EYGİ.
“İSLAMCILIĞIN cıcığını çıkarttınız, Allah belânızı versin!.. Ben çoğunuzun o eski mücahitlik günlerini bilirim, Ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz.
Müslümansan, hangi meşrep ve mezhepten olursan ol, Mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Bre uğursuzlar!. İslam'da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır? Rüşvet almak var mıdır? Haram yemek var mıdır? Her türlü emanete hıyanet etmek var mıdır? Yalan söylemek, halkı aldatmak var mıdır?
Arsa ve arazileri yapılaşmaya açarak, binalara fazla kat çıkma izni sağlayarak haram komisyonlar almak var mıdır? İhalelere fesat karıştırmak var mıdır? Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır?
Size beddua ediyorum. Allah belanızı versin!.. İki yakanız bir araya gelmesin!. Haram servetlerinizi huzur içinde yiyemeyin emi!. Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız...Başınız belâdan kurtulmasın.”                                                                                                                                
                                                    ***
Sayın Eygi’nin  belirttiklerine  bir ilave de ben yapmak isterim. Rüşvet alan, yolsuzluk  yapan,  masum insanlara zulmedenlerin , hak ve hukuku kendi çıkarlarına göre  uygulayanların    Kutsal  kitapta   adı Deccal  (kötü yaradılışlı kimseler) olarak açıklanmıştır.  Dolayısıyla da Gaflet (olaylardan bihaber) ,  dalalet  (doğru yoldan sapan)ve hıyanet içerisindedirler.   
Hepinizin bildiği gibi, Tuncay Özkan , Mustafa Balbay  ve  ismini sayamadığım  nice suçunu bilmeyen veya ispatlanmamış   değerler tutuklanarak zindanlarda  çile çekmektedir. Çektikleri  acıyı Hapishane köşelerinden bin bir zorlukla  kitaplaştırıyorlar ve  bizleri gerçeklerle buluşturmanın mücadelesini veriyorlar. 

Sorarım sizlere, Türk  kamu oyunu yakından ilgilendiren  konuları bizlerle buluşturacak kurum kimdir?  Şu sıralar  en etkin iletişim vasıtalarıyla  boş beyinlerimizi  evlenme programları ,  survivor, futbol  ve benzeri yayınlarla  adeta dumura uğratan  ‘Medya’ değil midir? Evet diyorsanız   medya sektörünce  nasıl uyutulduğumuzu   , dünyadan bihaber  yaşama mahkum edildiğimizi de bilirsiniz.   
O halde ellerindeki   namütenahi  iletişim vasıtalarıyla  mahkemede olup bitenleri   evimizin ekranlarına , patronu oldukları gazetelerin baş köşelerine büyük puntolarla taşımalarına   kim-kimler engel oluyor bilmek gerekir..
Üzülerek belirtmeliyim ki, Türk insanı ;  bilmesi  gerekenleri  duyamıyor , göremiyor ve  küresel gücün  önümüze koyduğu hedef  şaşırtan  programlarla  maalesef oyalanıyor .
Medyanın   nasıl yozlaştığını,  emperyalistlere hizmet götüren önemli bir  Psikolojik savaş vasıtası  olduğunu   sıkça  sizlerle paylaşmaktayım bilirsiniz.
Emperyalistlerin  kontrolünde olan Medyayı  kazanamadığımız  ve  hedeflerimize giden yolda kullanamadığımız takdirde   ayakta kalabilme şansımız yoktur sevgili dostlarım..
Yaşanan 1960 ihtilalinden bu yana  medyanın  nasıl ivme kaybettiğini , iletişim zekasının  ülke aleyhine nasıl tecelli ettiğini  genç kuşaklara aktarmak şart olmuştur..
O nedenle yaşantımdan  önem verdiğim kısa  bir kesiti  özellikle genç nesillerle  paylaşmak istiyorum..
O zamanlar daha henüz 12 yaşında sokakta misket oynayan  biriydim.   Beni pek ilgilendirmeyen  bir konuyu ( ihtilal sonrası mahkeme duruşmaları)  hafızama  çakan  da,   şu  sıralar  şikayetçi olduğumuz  medyaydı. Ne oldu da  yazılı, görsel basın yayın kurumu ayarlı hale,  yazar kasalara dönüştü anlamak mümkün değil..  
1960 ihtilali ve  sonrasını   benim yaşımda olanlar  hayal meyal değil, çok iyi hatırlarlar  diye iddialı konuşuyorum. 60’lı yıllar, televizyon yok ,bilgi sayar  yok,  yok oğlu yoklar,  gizli güçlerce  itilen kakılan  ve  uzun uzadıya giden  kuyruklar ülkesiyiz.  Yasıada  da kurulan mahkemede olup bitenleri  radyoya  kilitlenerek dinlerdik.
                                                        ***
O nedenledir ki, üç dört senedir tutuklu olarak zindana kapatılan vatan evlatlarının yazdığı kitap ve mektupları bizlerle buluşturanları  en içten duygularla tebrik ve takdir ediyorum .
Şimdi  ;  84 subayın “Balyoz Çığlığı”nı tek seste toplayan ve Hadımköy Askeri Ceza Evinde yatmakta olan  Değerli silah arkadaşımız  Tuğamiral Turgay Erdağ’ın acı ve  gerçek feryatlarını  okuma zamanıdır.
Lütfen tek kelimesini bile gözden kaçırmadan hapishane  köşelerinden  televizyon kanallarımıza yansıtılması engellenen(!)  feryatları okur  ve okutur musunuz? En derin sevgi ve saygılarımla..
Fevzi MORAY la.            **********                                                -------------------------------------------------------**************************_,_.___
Tuğamiral Turgay Erdağ. :
“Merhaba,
Güzel bir güne, güneşli bir sabaha açtık gözümüzü bu sabah. Ve yine bu sabah… aramızda demir parmaklıklar olmadan göremedik güneşi… Yanımızda eşimiz, çocuklarımız olmadan uyandık güne. Ben bir yılı aşkın bir süredir Askeri Cezaevinde tutuklu Tuğamiral Turgay Erdağ.
Bir yıldır eşimi ve 12 yaşındaki oğlumu ayda bir kez görebiliyorum. Seksenli yaşlarını yaşayan anne ve babamı bu bir yılda sadece bir kez görebildim… Ve sadece bir saat. Bu bir saatlere neleri nasıl sığdırıyoruz, düşünün.
Evladınızın kokusunu içinize depolayacaksınız mesela, bir ay idare edecek sizi. Eşinize özleminizi depolayacaksınız mesela. Moral alacak, moral vereceksiniz bu bir saatte. Ayrılırken, anne ve babanızın gözyaşlarını ellerinizle sileceksiniz. Arkaları size dönük uzaklaşırken eşiniz ve çocuğunuz, kendi gözyaşlarınızı ellerinizle sileceksiniz, göstermeyeceksiniz onlara.
Her ay sevdiklerinizin sizi bir kafesin içinde bırakıp gitmelerine dayanacaksınız.
Bunun nasıl bir işkence olduğunu duyumsayabiliyor musunuz? Hele hiçbir suç işlememişseniz 

Biz neden tutukluyuz, biliyor musunuz?
İki yıldır toplanamayan deliller nedeniyle tutukluyuz…
Delilleri karartma ihtimalimiz nedeniyle tutukluyuz. 
Hepimiz kendi irademizle koşa koşa yargı karşısına geldiğimiz halde kaçma şüphemiz olduğu için tutukluyuz…
Suçlandığımız konu, yasadaki katalog suç tanımı içinde yer alıyor diye tutukluyuz.
Bizi suçlayan delillerin sahte olduğunu 1500’den fazla maddi olgu ile kanıtlamamıza rağmen, hakkımızda kuvvetli suç şüphesi olduğu için tutukluyuz…

Bir çağrım var sizlere; bizi görmeye gelin lütfen… Kimiz biz? Dünyaya nasıl bir gözle bakarız? Neye benzeriz?

Gelin; ailemizi görün, eşimizin, çocuklarımızın gözlerine bakın. Arkadaşlarımızla tanışın. 
Özellikle bizden kuşkulanıyorsanız gelin..

Gelin; ne ile suçlandığımızı görmek için, bu suçlar için gösterilen delil denilen şeyleri görmek için gelin.

Gelin; bizi suçlayanların gözlerinin içine bakmak için, yüzlerce subayın…Kendilerine tek bir soru bile sorulmadan neden tutuklu olduğunu görmeye gelin.

Gelin; hani biz camileri bombalayacaktık ya, bunu yapacağı iddia edilen insanların, bu iddiayı nasıl rezil ettiğini görmeye gelin.

Gelin; hani biz kendi uçağımızı düşürecektik ya, bunu yapacakları iddia edilen insanların, bu iddiayı nasıl gülünç duruma getirdiklerini görmeye gelin.

Hukuk Fakültelerinin değerli dekanları, hocaları, öğrencileri, Türkiye’deki hukukçular gelin; iddianamemizi alın okulunuza, evinize götürün, inceleyin, hukuka uygun mu tartışın, iddianameyi hazırlayan savcılar hakkındaki avukatlarımızın HSYK’na suç duyurusunu alın, inceleyin, tartışın…  
Neden farklı düşünen yargıçların kısa bir sürede sistem dışına çıkarıldıklarının analizini yapın, gelin ve gerçeğin ne olduğuna kendiniz karar verin.

…  “Camileri bombalayacaklardı” manşetli gazete fotoğrafını öne çıkaran medya organlarında çalışan, gerçeği yazmakla yükümlü gazeteciler gelin, yaptığınız haberlerle ilgili bu mahkemede neler söylendi, yalan oldukları hangi belgelerle kanıtlandı, dinleyin, sorun, öğrenin.

Türkiye’yi yöneten insanlar gelin; adaleti olmayan hukukun nasıl bir zulüm yarattığını bizzat görün.

Delilden suça ve suçluya gitmesi gereken yargının önce suçlu, sonra suç ve sonra da delil bulma sırasıyla işlemesinin yarattığı zulmü ve çağ dışılığı görün… Engizisyon uygulamalarına son verin. Savunmaların da gazete ve televizyonlarda suçlamalarla aynı büyüklükte yer aldığı eşit bir dünya yaratın.

Yalnızca asker olduğumuz için haklarımızı savunmaktan korkan insanlar gelin; askerler de insandır ve insan hakları bizim içindir de aynı zamanda… Askerler de eştir, babadır; onların da duyguları, farklı siyasi görüşleri vardır, gelin… 
Silahlı Kuvvetler geçmişte hatalı uygulamalar yapmış olabilir. Sadece Silahlı Kuvvetler mi hata yaptı? Gazeteciler yapmadı mı? Siyasetçiler yapmadı mı? Bilim insanları yapmadı mı? Geçmişte hata yapan insanlar var diye bir meslek grubunun bu günkü mensuplarına düşman mı olmalıyız? Geçmişte hata yapıldıysa bunun hesabını o meslek grubunun bu günkü mensuplarından mı sormalıyız? Ya onlar da geçmişteki bu yanlışlardan zarar görmüşlerse…

Komutanlarım, silah arkadaşlarım gelin… Hukuka saygı adına hukuksuzluğa güç vermeyin. Suçsuzluğumuzu haykırın, susarak delil üreten çeteye moral vermeyin…

Güzel ülkemin iyi yürekli insanları gelin; suçsuzluğumuzu nasıl ispat etmek zorunda bırakıldığımızı görün. Siz de bir gün suçsuz olduğunuzu ispat etmek zorunda kalabilirsiniz. Gelin bunun en canlı örneğini bu günden görün.

Gelin; çocuklarımıza bırakacağımız bir dünyanın nasıl olmaması gerektiğini görün. Nefret, intikam ve rövanş duygularının bize daha fazla gözyaşı getireceğini, geleceğe de nefret, intikam ve rövanş tohumları serpeceğini görün… Çocuklarımızın…öç alma duygusundan uzak, gerçek bir hukuk devleti  ve demokraside, özgürlük içerisinde, ülkesine ve devletine güvenerek büyüyebilmeleri için, gelin.

Siz geldiğiniz, ilgi gösterdiğiniz, gerçekleri öğrendiğiniz ve bilmeyenlere anlattığınız zaman karanlıklar yok olacaktır.
Biz karanlıkların aydınlığa çıkması için yanmaya devam ediyoruz, hala…Gelin...Hadımköy Askeri Ceza Evi,
Tuğamiral Turgay Erdağ”