Cumartesi, Şubat 26, 2011

YILMADAN ,USANMADAN ANLATACAKLARIM VARDIR BENİM.

Fevzi MORAY
Sevgili dostlarım Şubat ayına girdiğimizde inanın içim ürperiyor ve kanım çekiliyor. Hocalıda yapılana katliam denmez de neye toplu kıyım denir anlamakta güçlük çekiyorum. Bu güne kadar haklı davamızı savunamayanlardan da nefret ediyorum.


Değerli dostlarım, kirlenmiş bu evrende maalesef iki çeşit tarih yazılıyor. Yalan yanlış yazılan bir tarih var ki , gerçekleri bilenlerin içini dağlıyor.



Kanla yazılarak harp ceridesine dönüşmüş gerçek tarihimizi dünya kamu oyuna kabul ettiremememizin bana göre bir nedeni de , bizi yönettiğini sananların diplomatik başarısızlıklarıdır. Kısa süre evvel sizlerle paylaştığım “Siyasi Güç ve Günün Savaşına Etkisi” başlıklı yazımda bir ülkenin ayakta kalabilmesi için ‘siyasi gücün’ ne kadar önemli olduğuna değinmiştim.


İsterseniz neden gerçekleri kabul ettiremediğimize kısaca bir bakalım:


Emperyalistler, bir ülkeyi yıkmak için iki kuralı hayata geçiriyor , Dil’i ( eğitim) ve Din’i bitiriyor. O nedenle önce Eğitim Ordumuz tarumar edilmiştir. Üzülerek belirteyim ki , beyinleri boşaltılmış insanlara, yazılan tarihin sahtesinin servis edilmesi hiç de zor olmamıştır.. O nedenle, içimizdeki hainlerce unutturulmaya ve saptırılmaya çalışılan ‘Ermenistan katliamının' iç yüzünü bilmeliyiz diyorum.

Bir de çarpıcı olsun için tarihi saptırma misyonunu yüklenmiş dünya medya sektörüne kısaca temas etmek isterim.


19 Yüzyılda New York Times’ta yazan gazeteci Swinton , gazetenin bir Yahudi tarafından satın alınmasından sonra düzenlenen toplantıda kürsüye çıkarak , Amerika’da özgür basın konusuna bakınız nasıl açıklık getiriyor ve medyanın karanlık dünyasına ne şekilde ışık tutuyor.



Amerika'da 'Özgür, bağımsız basın' diye bir şey olmamıştır.


“Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine ve iktidara dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır.”


Sözlerine devamla, “çalıştığım gazete bana düşüncelerimi özgürce yazmam için değil, tersine yazmamam için bir ücret ödüyor.”


Dünya medyasının karanlık labirentindeki gizemini aydınlattıktan sonra katliamın gerçekleştiği o tarihe (1992) dönelim.. Ermenistan- Rus ve Türkiye sınır boyunda Hudut Tabur Komutanı olmam (1991-1993) nedeniyle edindiğim tecrübeleri , yaptığım saptamaları , gerçek tarihi öğrenmeye susamış siz değerli dost ve silah arkadaşlarımla tekrar tekrar paylaşmak isterim.
O nedenle her Türk vatandaşının Ermenistan katliamının iç yüzünü öğrenme mecburiyeti vardır diyorum.


Zira, Ermenilerce , 26 Şubat 1992 yılında Azerbaycan’ın Hocalı mevkiinde Azeri Soydaşlarımıza yapılan katliam tescillidir. Tek eksiğimiz bu tarihi gerçekleri ispat etmekteki zafiyetimiz , beceriksizliğimizdir..



Hiç şüpheniz olmasın ki, bu gün (26 Şubat 2011 ) yine içimizde yaşayıp kanımızdan beslenen bazı sapkınlar küresel güçlerden aldığı destekle tarihimizi çarpıtmanın , insanlığı kışkırtmanın ve aldatmanın amansız militanları olacaklardır. Vatan millet mevhumu olmayan bu alçaklar yeşil banknotların getirisiyle ,yakın tarihimizde gerçekleşen Hocalı katliamının üzerini bir kez daha hiç utanmadan örteceklerdir.



Yine bu gün , aynı vatansızlar (!?), televizyon ekranlarını mesken edinecekler, gazeteci yazar Swinton’un da açıkça belirttiği gibi utanmadan saptırdıkları tarihin amansız savunuculuğuna soyunacaklardır.



İçim acıyarak kaleme aldığım Hocalı katliamının gerçeklerini , yöreye yakın bulunan ve aynı düşmanla savaş veren bir kişi olarak tekrar sizlere sunmaktan yılmayacağım.


Gerçekleri, güvendiklerinden öğrenen siz sevgili dostlarımın da bu satırları okuduktan sonra neler yapacaklarını çok iyi biliyorum.



Sonuç nedir derseniz?


Üzerinden 19 yıl geçmesine rağmen ispat etmekte zorlandığımız tüm gerçekleri bilmeliyiz. Bilmekle kalmayıp , dünyada yaşamakta ve ebediyete intikal etmiş olan değerli tarihçi, Devlet ve bilim adamlarının kaleme aldığı kitap ve dokümanlardan istifade etmeliyiz., Bununla da kalmayıp dünya insanını bir çatı altında toplayıp gerçek taşların eteklerden dökülmesinin amansız takipçisi olmalıyız.

Eğer bunları bilip de mücadele edecek yürekte değilsek , kapımızın her zaman bizi sıkıntıya sokacak şekilde çalınacağını unutmamalıyız.Şimdi olduğu gibi.



En içten sevgi ve saygılarım, gerçekleri saptıran sahtekarların , vatan hainlerinin önünde yılmaz ve yıkılmaz kale gibi duranlaradır. 26 Şubat 2011

Fevzi MORAY

E.P.KD.Albay
                                                                        ***

Haydi buyurun efendim gerçek Hocalı Kıyımını bir de buradan okuyunuz:



HOCALI KATLİAMI Yer: Azerbaycan, Hocalı

Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan iki Ermeni yazı tura atıyordu. Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars'ta Ağrı'da Van'da Erzurum'da da ataları oynamıştı. Onlardan duymuşlardı.


Karnı burnunda Azeri kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı..Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken,diğeri elindeki demir parayı havaya attı:

Akçik, manç?.. (Kız mı, oğlan mı?)


Akçik... (Kız)


Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.



Tun şahetsar,ınger. (Sen kazandın,yoldaş)


Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana...(Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)


Mayrigı bedge gişdatsine. (Annesi besleyecek elbette)


Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:


-Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver)


Aynı dakikalarda Hocalının başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi. Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:


-Asixn ma/,çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek...

(Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın...)


Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa,başı da orta yere düşmüştü.. Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu.

Bu iki olay Hocalıda bundan çok değil yalnızca 18yıl önce yaşandı.

Her iki olay da ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır.



Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü binlerce Azeri türlü yöntemlerle vahşice katledilmiştir. Ajanslar,katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik içinde kıvranıyordu. Türkiye'de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu.



Bütün olanları batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi.


26 Şubat'ta güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi'nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366'ncı Rus Motorize Alayı, Hocalıya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini yaptılar. 26 Şubat gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi.



Savunmasız kalan kente giren Rus destekli , Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce katlettiler. Ermenilerin işgal ettikleri Hocalıda dehşet verici olaylar yaşandı.


Canlı, canlı insanların kafa derilerini yüzdüler, sağ olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bıraktılar.

Hızar ve testereler ile diri, diri insanların kol ve bacaklarını kestiler.
Genç kızların önce saçlarını,sonra da kafa derilerini yüzdüler.
Babanın gözü önünde evladını,evladın gözü önünde babayı kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular.


Peki neydi bu düşmanlık? Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı'nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı'nda 'Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün' denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım.



Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalıya, eski Sovyet İttifakı Silahlı Kuvvetleri'ne ait 366.Alay'ın desteği ile Ermeni Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok ,çok üstünde olduğu bilinmektedir.



56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur.


Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri  kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır.


Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı . Fakat katliam sonrası Hocalıya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar.

Hocalı' da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet'nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:


'Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim,ama Hocalıdaki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz'


Peki 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti; Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996'da Ermenistan Başbakanı oldu.



Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna,'Hocalı Katliamı’ baş sorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu.


Ermeniler Türk hamile kadınlarına tecavüz edip karnını hamile olduğu halde taş ile doldurup , küçük Türk kızlarına tecavüz edip öldürmüşlerdi.


İşte bilinmesi gereken acı gerçekler bunlardır dostlar…











Salı, Şubat 22, 2011

ALTINI ÇİZEREK OKUYUNUZ DOSTLAR ÇOK ÖNEMLİDİR..

ALTINI ÇİZEREK OKUYUNUZ DOSTLAR ÇOK ÖNEMLİDİR







Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye Cumhuriyeti Nasıl Yıkılıyor Öğrenmek İster Misiniz?






Türk Silahlı Kuvvetlerinin yetiştirdiği Vatanperver Türk subayı Emekli Tuğgeneral Hikmet Yavaş’ın son derece ilgi çekeceğini düşündüğüm yazısını siz değerli dost ve silah arkadaşlarıma sunmaktan şeref duyuyorum. Okumaktan sıkıldığınızı , lafla peynir gemisi yürümüyor dediğinizi duyar gibiyim. Ancak unutmayalım ki, “yazmak hiç bir şeyi değiştirmiyor, ben yazmayı bir tarafa bırakıyor ve köşeme çekiliyorum” şeklinde yeni bir adi propagandayla karşı karşıya olduğumuzu lütfen bilelim istedim..Türk milletini uyandıran aşağıdaki uyarıları altını çizerek okursak eğer hem üzerimizde oynanan tehlikeli oyunları görmek ve hem de karşı propaganda ile hamleleri bertaraf etmek imkanı buluruz.
Yani demek istiyorum ki, Psikolojik/Asimetrik Harple mücadele edebilmek istiyorsak eğer, Tuğgeneral Hikmet Yavaş’ın vatan sevgisi ile yoğrulmuş akıl yüklü uyarıcı yazısını dikkate almamız  gerekmektedir.



Şimdi yapmamız gereken en önemli görev, insanı tokat yemiş gibi uyandıran ve kendine döndüren bu mesajları dosta , düşmana yani hedef kitlenin tamamına en seri şekilde ulaştırmak, Dünya aleme uyumadığımızı hissettirmektir.

Toplum olmaktan  Millet olma aşamasına  bile nail olamamış  o zavallı Arap toplumu ile  Türk Ulusunu aynı kefeye koyan  iç ve dış düşmanlara en güzel mesaj  bu yazının içindedir.. Verilen mesajları   okuyup    kuduracak olanlara  , o Bedevileri  zamanında  500 yıla yakın  nasıl yönettiğimizi bir kez daha hatırlatma imkanı bulacağız.
Şimdi siz değerli dost ve silah arkadaşlarımı Tuğgeneral Hikmet Yavaş’ın kaleme aldığı gerçeklerle baş başa bırakıyorum.

                                                                   ****
Bir devleti, tereyağından kıl çeker gibi zahmetsizce bölüp parçalamak istiyorsanız, öncelikle o devletin silahlı kuvvetlerini içeriden bölüp parçalayacaksınız. Bunun için:



1. Silahlı kuvvetler içine din ve mezhep ayrılıkları sokacaksınız.


2. Etnik nifak sokacaksınız.



3. Ordunun belkemiğini oluşturan subay ve astsubaylar arasına nifak sokacaksınız.



4. Komutanlara olan güveni, onları dinsiz olmakla veya Yahudi olmakla itham ederek sarsacaksınız.


5. Silahlı kuvvetler aleyhine yoğun bir medya kampanyası yürüteceksiniz (Psikolojik Harp)



6. Terör olaylarını onların başarısı, ordunun başarısızlığı olarak lanse edeceksiniz.



7. Güvenlik operasyonlarını, yasadışı veya orantısız güç kullanmakla karalayacaksınız.



8. Özgürlük ve demokrasi perdesine sığınarak, güvenlik güçlerinin elini kolunu bağlayacak yasalar çıkartacaksınız.



9. Mafya veya çıkar amaçlı suç örgütü olayları ile teröristlerin yaptıkları eylemleri, derin devlete ve dolayısıyla güvenlik güçlerine yükleyeceksiniz.


10. Tetikçi savcı ve hâkimlerinizi maşa gibi kullanarak, terörle mücadele eden ordu mensuplarını terör örgütü üyesi olmakla itham edeceksiniz.



11. Siyasi ve kişisel çıkarlarınız için; gaflet, delalet ve hatta hıyanet içindeki siyasilerinizle, ordunun yıpratılmasına göz yumacak ve hatta katkıda bulunacaksınız.



12. Devletin ve ordunun, tarikatlar ile aşiretler tarafından parsellenmesi için her türlü zemini hazırlayacaksınız.



13. Gerektiğinde ordu ile çatışacak şekilde polisi güçlendirecek ve ağır silahlarla takviye edeceksiniz. Ayrıca, çeşitli isimler altında özel güvenlik güçleri oluşturacaksınız. ( Yapılıyor mu acaba? F.M.)



YUGOSLAVYA, IRAK, AFGAN VE LÜBNAN ORDULARI İŞTE BÖYLE PARÇALANDI.



Ordu tamamen bölünüp parçalandıktan sonra, sıra ülkenin ve milletin bölünüp parçalanmasına gelecektir. Bunun için:



1. Çeşitli yollarla, ülkede terörü azdıracaksın.
2. Terörün siyasi kanadı vasıtasıyla yapılacak provokasyonlarla, mağdur ve mazlum propagandası yaparak dünya kamuoyunu oluşturacaksın.



3. Dünya devletleri ve kamuoyu tarafından, Teröristlerin özgürlük savaşçıları olarak algılanmasını sağlayacaksın.



4. Sivil itaatsizlik ve toplu kalkışma provalarıyla, ülkeyi iç savaş ortamına dönüştüreceksin.



5. Birleşmiş Milletler kararıyla, ülkeye barış gücü veya NATO gücü gönderilmesini sağlayacaksın. Sözde yabancı sivil toplum kuruluşlarıyla bölgeyi işgal edecek ve kendi düzenlerini kuracaksın.
 YUGOSLAVYA, IRAK, AFGAN VE LÜBNAN İLE DAHA BİRÇOK ÜLKE, İŞTE BÖYLE PARÇALANDI.






Şimdi “ Bir devletin ve ordunun, içeriden nasıl bölünüp parçalanacağını gösteren şablonu” aklımızda tutarak, Türkiye’de oynanan oyunlara göz atacak olursak, şöyle bir tabloyla karşılaşırız:



1. Bir Amerikalı, Adı Graham FULLER. Amerikan RAND düşünce kuruluşunun daimi politik danışmanı, ABD Merkezi Haber alma Teşkilatı'nın (CIA) eski yöneticisi, ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi.



Graham FULLER’in “YENİ TÜRKİYE CUMHURİYET? isimli bir kitabı yayınlandı. Kitapta, Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti’ni mukayese ediyor ve şu görüşleri belirtiyor:



OSMANLI İMPARATORLUĞU:



a. Çok ırklı bir devlet olduğu için ırklara saygılıymış.



b. Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanları bir arada barındırdığı için her dine hürmetkârmış.



c. ***Ayni zamanda Ilımlı bir İslam devletiymiş.***



TÜRKİYE CUMHURİYETİ ( KEMALİST DEVLET) İSE:



a. Tek uluslu bir devlet olduğu için bünyesindeki ırkları eritmiş.


b. Laikliği benimsediği için dinden uzaklaşmış.

c. Cumhuriyeti kutsallaştırmış, halkı ve vatandaşı devletin hizmetkârı yapmış.


Ayrıca, Graham Fuller;



**Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini oluşturan Kemalizm’i kötülüyor ve Türklerin Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemesini öneriyor.**



Ilımlı İslam,  Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrim imiş ve bu devrimin karşısındaki tek güç TSK ile ulusalcı aydınlar imiş ve tasfiye edilmeleri gerekiyormuş.



Şimdi, aklımızda tutalım dediğim “ Bir devletin ve ordunun, içeriden nasıl bölünüp parçalanacağını gösteren şablon” ile ABD Devlet görevlisi Graham Fuller’ in söylediklerini karşılaştırırsak, noktasına ve virgülüne kadar %100 birbiriyle örtüştüğünü görürüz. Ayrıca, söylenenler ile Türkiye’de yapılanların tıpa tıp birbirine uyduğunu görürüz.


Bu size tuhaf gelmiyor mu?






2. Amerika Birleşik Devletlerinde "Kuzey Amerika Ulusal Kürt Kongresi" isimli, kısa adı KNC olan bir kuruluş var. Bu kuruluşun düzenlendiği 1nci Konferansın açılış oturumunda, ikinci sözü alan ve Türkiye Kürtlerini temsilen katıldığı belirtilen Süleyman KURTİR:



“ Kürtler, Kemalist hareketi yok etmek için bilimsel projeler başlattı.
( Burası çok önemli F.M) Geçmişte Türkiye’de, Komünist veya dinsiz olarak suçlanan Kürtler şimdi İslam’a geri dönüyor. Çünkü son zamanlarda daha çok İslamcılaşan Türk hükümetine nüfuz edebilmek için Kürtler İslam’a katkıda bulunuyor” diyor.


KNC’ in 1990 yılında yaptığı 3ncü toplantının açık oturumunda ise;


“Kürtlerin İslami hareketten fayda sağladığı gözden kaçırılmaması gerektiği” vurgulanıyor.


Ayrıca:



a. KNC’ in 4-5 AĞUSTOS 1990 tarihinde yapılan 3ncü yıllık toplantısında; ABD Kongre Üyesi Jim Bates ; “Eylül Ayında Kongre yeniden toplandığı zaman, silah satışı ve diğer yardımların durdurulması için Birleşik Devletlere öneride bulunacağını, ayrıca Birleşmiş Milletler ve diğer kuruluşlarla bir Kürt Devleti Kurulması konusunu görüşeceğini” belirtiyor.






b. KNC’ in 20 EKİM 2007 tarihli toplantı tutanağında ise; “ Bugün Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin önündeki temel engel gücün, emperyalist sömürgeci ve Kemalist TC Ordusu” olduğu vurgulanıyor ve “Daha fazla kan dökülmesini önlemek ve Kürt sorununu siyasi diyalog yoluyla çözmek için; ABD Hükümetini, Birleşmiş Milletleri ve Avrupa Birliğini, Türkiye’ye baskı yapmaya ” çağırıyorlar.



c.KNC’ in 23-24 MART 2007 tarihinde California’ da yaptığı 19ncu toplantıda ise; “Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşmiş Milletler içinde çok güçlü lobi faaliyetlerinin yürütülerek Kürtlerin kötü durumu hakkında bilgilendirilmeleri ve kendi kaderlerini tayin hakkının verilmesi konusunda konferans düzenlenmesinin sağlanmasını ve ayrıca Amerika ve Kanada’da Kamuoyu oluşturulmasının önemi” vurgulanıyor.






“KNC BAŞKANI Dr. Saman SHALİ de; “Türkiye, İran ve Suriye’deki Kürt sorunlarına en iyi çözümün, bu ülkelerdeki Kürtlere kendi kaderlerini tayin (self-determination) hakkını tanımaktır” diyor.
 Şimdi, aklımızda tutalım dediğim “ Bir devletin ve ordunun, içeriden nasıl bölünüp parçalanacağını gösteren şablon” ile ABD’de konuşlu "Kuzey Amerika Ulusal Kürt Kongresi" yetkililerinin söylediklerini karşılaştırırsak, noktasına ve virgülüne kadar %100 birbiriyle örtüştüğünü görürüz.



Ayrıca, söylenenler ile Türkiye’de yapılanların tıpa tıp birbirine uyduğunu görürüz.
Bu size tuhaf gelmiyor mu?


3. Hollandalı Hıristiyan Demokrat Parlamenter Arie Oostlander, 2003 yılı Mart ayında Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’na bir rapor sunuyor . Bu rapor, 19 Mart 2003 tarihinde onaylanıyor. Raporda;

“Türk devletinin temel felsefesi olan Kemalizm, Türk devletinin bütünlüğüne yönelik ölçüsüz endişe kaynağı oluyor. Devletçilik, ordunun güçlü rolü, dine karşı çok katı bir tavır gibi yaklaşımlara öncelik veren Kemalizm felsefesi, Türkiye’nin AB?ye katılımına köstek oluşturuyor” diyor.



AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, AB Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eş başkanı Joost Lagendijk ve AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in de bu yönde konuşmalar yapıyor.


Şimdi, aklımızda tutalım dediğim “ Bir devletin ve ordunun, içeriden nasıl bölünüp parçalanacağını gösteren şablon” ile Avrupa Birliği yetkililerinin söylediklerini karşılaştırırsak, noktasına ve virgülüne kadar %100 birbiriyle örtüştüğünü görürüz. Ayrıca, söylenenler ile Türkiye’de yapılanların tıpa tıp birbirine uyduğunu görürüz. Bu size tuhaf gelmiyor mu?
Diğer taraftan, Türk Ordusuyla ilgili olarak, Türk medyasından ( anılan medyaya özel dikkat F.M) derlenen bazı yazıları yorum yapmadan bu milletin aklına, mantığına ve vicdanına sunuyorum.



1. “Asker; Camiye bomba atmak, kendi uçağımızı düşürüp b unu Yunanistan'ın üstüne atarak savaş çıkarmak, PKK'nın çarpışmayı sürdürebilmesi için gene kendi uçağımızı düşürerek engellemek, cephanesi biten PKK militanlarına iki kamyon mermi göndermek gibi SAPIK işlere kalkışmayacak… Vatana ihanet etmeyecek…” (Engin ARDIÇ, 27 Ağustos 2010, Sabah Gazetesi)



2. Geçmişte bu ülkenin en ileri kurumu orduydu, bugün ise en geri, en ilkel ve en kaba kurumu ordudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içinden geldiğini gösteriyor… Türkiye'nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu "kurumsal yapı"ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım… Bizim bir Nizam-ı Cedit ordusuna ihtiyacımız var…” (Mümtazer TÜRKÖNE “Vesayet ve Demokrasi” konulu Abant Platformu ve Zaman Gazetesi, 29 Ekim 2009,11 TEMMUZ 2010)



3. “Katilleri yakalamakla yükümlü bir örgütün (yani TSK)içine katiller sızmış… Balyoz İddianamesine göre “katil doğanlar” devlet içine yuvalanmışlar... ÇAKMA ASKERİ CUMHURİYETİ toptan AB standartlarında demokratik bir cumhuriyet’e dönüştürmeden her şey boş” (Mehmet ALTAN, Star Gazetesi, 17 HAZİRAN 2010 )



4. “PKK, orduyu, eski zaman argosuyla söylersek, KÜLLÜM ediyor. Öyle bir mangayı falan pusuya düşürmüyor… En seçkin birlikler denen komando tugayına saldırıyor… Ordu, PKK’nın peşinde değil, PKK ordunun peşinde gibi bir görüntü var… PKK orduyu hallaç pamuğu gibi atıyor… Bu ordu, ordu değil.” (Ahmet ALTAN, 22 TEMMUZ 2010, Taraf Gazetesi)


5. “Türkiye’de son günlerde bölgesel demokratik özerklik talepleri dile getiriliyor. Darbeci paşalara karşı çok uysal ve anlayışlı savcılarımız demokratik özerklik talepleri karşısında hemen aslan kesiliyorlar…” (Eser KARAKAŞ, Star Gazetesi, “Lozan’ı Herkese Uygulamak” konulu yazısı)


6. “Askeri okullarda Marksist, Leninist, ateist, mason ideoloji ve kültürü egemen kılınmaya çalışılıyor... Bugün TSK’nin en büyük sıkıntısı dinden tecrit edilmiş bir eğitim sistemi… Askeri eğitim doktrini Dinden uzak durmayı öğretiyor… Askerlik yaşam tarzı olarak görülüyor. Bu bir bakıma askerliğin din olarak görüldüğü algısını oluşturuyor… İlk günden itibaren dinden uzak durulması gerektiği telkin ediliyor... Öğrencilik yıllarında alkol kullanımı kesinlikle tavsiye edilen, olmazsa olmaz olarak sunulmaya çalışılan bir konu.” (Haber Vaktim Editörü, 13 TEMMUZ 2010)



7. “ Bu Orduyu 3’e bölüp; bir kısmını Ermenilere, bir kısmını Yunanlılara, bir kısmını Yahudilere verelim. Biz de kurtulalım… Bizim askerimiz dinimize karşı, geleneklerimize karşı, Osmanlıya karşı, tarihimize karşı, milletimize karşı, ne diye besliyoruz bunları” ( Bakar mısınız adamın söylediğine F.M)(Abdurrahman DİLİPAK’ın yazısına HABİB rumuzlu okuyucu yorumu)

Bu noktada, öncelikle şunu belirteyim ki; yukarıdaki yazıların sahiplerine tarafımdan gönderilen e-postalarla gerekli cevaplar verilmiş ve ayrıca bu cevaplar internet ortamında ve bazı internet gazetelerinde yayınlanmıştır.






Şimdi, aklımızda tutalım dediğim “ Bir devletin ve ordunun, içeriden nasıl bölünüp parçalanacağını gösteren şablon” ile yukarıdaki yazılarla atılan iftira ve çamurları karşılaştırırsak, noktasına ve virgülüne kadar %100 birbiriyle örtüştüğünü görürüz. Ayrıca, söylenenler ile Türkiye’de yapılanların tıpa tıp birbirine uyduğunu görürüz. Bu size tuhaf gelmiyor mu?
Ayrıca:


a. İmzasız mektuplara ve PKK eskisi gizli tanıklara dayanarak Ordu mensuplarını terör örgütü üyesi olmakla itham eden ve Silahlı Kuvvetlerin en mahrem kozmik odalarında arama yapan hâkim ve savcılarımızın, Silahlı Kuvvetlere ve Cumhuriyete yapılan bu organize saldırıları görememeleri size tuhaf gelmiyor mu?



b. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin terörle mücadele eden madalyalı kahramanlarının cep telefonlarına polis tarafından, terör örgütü üyelerinin telefonlarının yüklenmesi, bazı subayların telefon görüşmeleri arasına casus ve fahişe kadın isimlerinin sokuşturulması veya sahte CD’ler üretilmesi size tuhaf gelmiyor mu?



c. Bir generali anında açığa alan İçişleri Bakanı’nın soruşturma sonuçlanıncaya kadar Emniyet Genel Müdürünü ve ilgili birimlerin müdürlerini açığa almayı dahi aklına getirmemesi size tuhaf gelmiyor mu?


d. Sahte delillere dayanarak iddianameler hazırlanmasına sebep olanlara karşı ilgili hâkim ve savcıların sessiz kalmaları size tuhaf gelmiyor mu?



e. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı durumundaki Sayın Cumhur Başkanı’nın bazı olaylara Devlet Denetleme Kurumunu gönderirken, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan organize saldırılara karşı sessiz kalması size tuhaf gelmiyor mu?



f. Sayın Başbakan kendisine, Bakanlarına ve partisine yapılan en ufak bir eleştiriye şiddetle tepki gösterirken, Türk Ordusuna karşı yapılan en aşağılık saldırılara sessiz kalması size tuhaf gelmiyor mu?


Sonuç olarak:






1. “ Bir devletin ve ordunun, içeriden nasıl bölünüp parçalanacağını gösteren yöntem” kullanılarak Yugoslavya, Irak, Afgan ve Lübnan ordularının ve devletlerinin işte böyle parçalandığını unutmayalım.



Türkiye’de de benzer oyunların tezgâhlandığını artık görelim.






2. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü öngören Kemalist kuruluş felsefesinin, Cumhuriyet Ordusunun ve Kemalist aydınların, bazı ABD yetkilileri ve Avrupa Birliği sorumluları ile etnik bölücüler tarafından; adeta ortak düşman ilan edildiğini, noktasına ve virgülüne kadar %100 birbirleriyle örtüştüklerini artık anlayalım. Bu işbirliğinin, Türkiye’nin hayrına olmadığını görelim.



3. Gazeteci, akademisyen, sözde aydın takımı ve bazı bürokratların  iktidara, şeyhine, şıhına, hocasına , hoca efendisine, ağasına, aşiret reisine veya para babasına kendisini, kalemini ve vicdanını sattığı zaman yalan söylediğini, topluma ve kendisine saygısını yitirdiğini ve böylece Allah korkusunu ve utanma duygusunu kaybettiğini unutmayalım.


Ağızlarını açtıkları andan itibaren demokrat veya dindar maskesi arkasına gizlenerek Türkiye Cumhuriyeti’ne, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk’e ve Türk Ordusuna saldıranlara dikkat edelim, onların programlarını boykot edelim ve pirim yaptırmayalım.



4. Birilerinin Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında organize uğursuz bir kampanya başlattığını, aslında Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü hedef aldıklarını unutmayalım. Bu şer odaklarının boş durmadığını ve kararlı adımlarla, sahte delil ve asılsız iddialarla Ordu aleyhine bir kitlesel algı oluşturmaya çalıştıklarını anlayalım. Bunun bir sonraki aşamasının Yugoslavya, Afganistan, Irak ve Lübnan’da olduğu gibi ülkeye uluslar arası barış gücünün davet edilmesi ve ülkenin bölünüp parçalanması olacağını artık görelim.



5. Ülke yöneticilerinin söylemleriyle eylemlerine dikkat edelim. Söylemleri ve eylemleri “ Bir devletin ve ordunun, içeriden nasıl bölünüp parçalanacağını gösteren şablonla ” örtüşen siyasi partilere, evlatlarımızın ve torunlarımızın geleceğini düşünerek oy vermeyelim.

Selam ve saygılarımla.






BU E-POSTA, BU ÜLKENİN SAYIN MİLLETVEKİLLERİNE DE GÖNDERİLMİŞ OLUP, EVLATLARIMIZIN VE TOR UNLARIMIZIN GELECEĞİ İÇİN, SUNULAN BİLGİLERİ DEĞERLENDİRECEKLERİ ÜMİDİYLE SAYGILAR SUNULUR.


Hikmet YAVAŞ(E). TUĞGENERAL

İZMİR

30 Ocak 2011