Cumartesi, Aralık 24, 2011

ASKER SEVGİSİNDEN KORKMAYINIZ..

 ASKER SEVGİSİNDEN KORKMAYIN-- Armağan Kuloğlu..

Türk Ordusu ile Türk Milleti arasında geleneksel ve güçlü bir bağ bulunmakta, Türk Milleti ordusunu sevmekte ve ona güvenmektedir. Ancak son yıllarda bu bağın koparılması, ona karşı olan sevginin aşındırılması ve her fırsatta onun itibarsızlaştırılması için yoğun bir psikolojik operasyon gerçekleştirilmiştir. Bunun gerekçesi olarak da, var olduğu ileri sürülen askeri vesayetin sona erdirilmesinin amaçlandığı çeşitli platformlarda dile getirilmiştir.

Durum böyle olmakla beraber bunun askeri vesayetin sonlandırılmasının yanında, bazı düşüncelerin önünde engel olarak nitelendirilen TSK’nın etkisizleştirilmesinin ve geçmişle hesaplaşmanın bir neticesi olduğuna ilişkin bir algılamanın bulunduğu da düşünülmelidir. Ayrıca uygulama sürecinde dozajın ayarlanamadığı, bunun da TSK’nın ve ona güvenen Türk Milletinin moral ve motivasyonunu etkilediği de dikkate alınmalıdır. Her ne sebeple olursa olsun hiç kimsenin, kendi silahlı kuvvetlerini rakip veya düşman olarak nitelendirmesinin mümkün olamayacağı gerçeğinden hareketle, gelişmelerin ortaya çıkarabileceği ülke aleyhindeki durumlardan kaçınılmasının ve olumsuzluk yaratacak durumların önlenmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.

***
Geçen hafta TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında bölücü siyaset yapan bir siyasi partinin sözcüsü, konuşması sırasında orada bulunan generallerin olduğu tarafa dönmüş ve onlara hitaben uygunsuz sözler sarf etmiştir. Esas itibariyle bu esef verici ifadeler, sadece orada bulunan generallere değil, onların nezdinde TSK’ya karşı sarf edilmiş sözlerdir. Oradaki korgeneral rütbesindeki müsteşar ve onunla birlikte olan diğer generaller, MSB bütçesinin görüşülmesi esnasında, Milli Savunma Bakanı’na müşavirlik yapmak üzere, bizzat bakanın yanında bulunmasını istediği ilgili personeldir.       

Gerçekleşen olay, TSK’dan rahatsız olan bir kesimin, yukarıda ifade etmeye çalıştığım hatalı yaklaşımların sonucunda elde ettiği cesaretle gerçekleştirdiği vahim bir durumdur. Hatalı yaklaşımların yarattığı ortamı ve generallerin bütçe görüşmeleri nedeniyle TBMM’de bulunmalarını fırsat bilen bu zihniyet, Yüce Mecliste ve Türk Milleti’nin gözü önünde TSK’ya hakaret etmiştir.

Konuşmacı, kabul edilemez bu davranış biçimini, bölücü düşüncesinin ön plana çıkması sonucunda, ortamın yarattığı fırsattan da istifade ederek ortaya koymuştur.  Kendisi gibi düşünenler bu durumdan memnundur. Ancak oturumdaki diğer üyelerin bu duruma tepki vermemesi dikkat çekicidir. Özellikle Milli Savunma Bakanı’nın, oraya getirmiş olduğu en yakın maiyetine ve onların nezdinde TSK’ya karşı sarf edilen sözlere karşılık vermemesi ve onları korumaması yadırganmıştır. Orada bulunan generallerin de bakandan, usulü çerçevesinde, bu yönde bir talepte bulunmamasına da bir anlam verilememiştir.

İktidarıyla muhalefetiyle, görüşmelerde hazır bulunan bütün milletvekilinin bu duruma sessiz kalmaları üzüntü vericidir. Bu tepkisizliğin, beklenmedik bir şekilde cereyan eden olayın yarattığı şaşkınlıktan dolayı meydana gelen bir akıl tutulmasının sonucunda mı gerçekleştiği, yoksa olayın tasvip edilmesi anlamını mı taşıdığı anlaşılamamıştır.

***
Diğer bir konu da, her yıl Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya gelişi münasebetiyle düzenlenmekte olan etkinliklerden biri olan ve Harbiyelilerin de yer aldığı Garnizon Koşusu’na, Ankara Valiliği’nce, geleneksel güzergâhın tahsis edilmemesidir. Geçen sene ilk defa, trafiği aksattığı ve vatandaşı sıkıntıya soktuğu gerekçesiyle bu koşuya müsaade edilmemiştir. Bu yıl da aynı gerekçeyle izin verilmeyeceği basında çıkmıştır. Geçen sene Valiliğin, halkın talep etmesi halinde konunun yeniden değerlendirilebileceğine ilişkin beyanı da yine basında yer almıştır.

Trafik çok çeşitli gerekçelerle sıkıntıya sokulurken, böyle geleneksellik kazanmış etkinliklere müsaade edilmemesi, uygun bir yaklaşım olarak algılanmamaktadır. Halkın askeri ve Harbiyeliyi gördüğü zaman onu alkışlamasından, ona sevgi göstermesinden çekinilmemelidir. Aksine bundan gurur duyulmalıdır. Milletin ordusuyla övünmesine, sevgisini tazelemesine vesile olan böyle olaylar, başka gerekçelerle önlenmemelidir. Bir vatandaş olarak zaman varken bunun bir kere daha değerlendirilmesini ve bu gururun yaşanmasına imkân tanınmasını dilerim.

***
Geçtiğimiz günlerde 1920’de kurulan ve o yıldan beri meclis dış güvenliği görevini yürüten TBMM Muhafız Taburu da meclisten ayrılmıştır. Meclisin önünden geçerken dikkatimizi çeken, Dolmabahçe ve Anıtkabirde de görev ifa eden Mehmetçiğin, o asil duruşundan memnun olanlar ve gurur duyanlar olduğu gibi, ondan rahatsız olanlar veya böyle bir uygulamayı gereksiz görenler de olabilir. Yeni uygulamayı çok beğenenler de bulanabilir. Bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Ancak asker sevgisinden korkulmamasını, ülkemizin güvenliği sağlayan bu kuruma sevgi ve muhabbetle yaklaşılmasını ve milli değerlere karşı duyarlı olunmasını temenni ediyorum.

24 Aralık 2011

Perşembe, Aralık 08, 2011

(….) YENİ YIL YAKLAŞIRKEN TÜRKİYE. F.MORAY

(….) YENİ YIL YAKLAŞIRKEN  TÜRKİYE. F.MORAY                
Sevgili dostlarım ve kahraman silah arkadaşlarım, maalesef  bu yılda   sıkıntıların  ve acıların yüreklere kazındığı , ümitlerin  kırıldığı   bir yıl oldu.  Gücümüzü hiç kimsenin  kıramayacağı, mücadelemize kimsenin  engel  olamayacağı  günleri arar hale geldik. 
Terör  gündemden hiç  düşmedi  ve  artarak devam ediyor.  Eli kanlı vatansız  caniler,   pervasızca  eylemlerini artırdılar. Kuzu postuna bürünmüş  içimizdeki   kurtlar(!) emperyalistlerden  aldıkları güvenceyle masum insanımızın  canını   acımasızca  alıyorlar.  Terörizmin  kanlı sayfalarına bir yenisini  vahşice kazımaya da korkusuzca devam ediyorlar.   
Demokrasinin  güvencesi olan  Adalet , bu yılda çok ağır yara aldı ve  kan kaybediyor. Örnek  olarak,  aşağıdaki  değerlerin (kahramanlar, vatanseverlerÜlkesine ve Türk insanına gönül verenler)   hapiste  iken kaleme aldıkları içimizi acıtan  kitapları verilebilir.
Mustafa Balbay :  ( Zulümdar,  Zulümname, Zulümhane )  
Tuncay Özkan :  ( Zorbalığın Pençesinde, Hapishanede yatacaklara öğütler)
Kahraman Emekli Gazi Üsteğmen ,  aynı zamanda Avukat olan  Serdar Öztürk :  ( AKP ve Gülen’i Kurtarma Planı) 
 E. Albay H.Atilla Uğur :   ( Abdullah Öcalan’ı nasıl sorguladım.)
                                                      ****
Gazi Üsteğmen Serdar Öztürkün  , Mustafa Balbay’ın  ve Tuncay Özkan’ın “adaletin bu mu ey Türk yargısı  ?” dedirtecek  örneklerle dolu olan  kitaplarını öncelikle okumanızı öneririm.
Hele  suçunu bilmeden dört yıldır  tutuklu olan Tuncay Özkan’ın  “Hapishanede yatacaklara öğütler” adlı kitabı ,  suçu sabit olup ömür boyu hapse mahkum  edilen   Robert  Stroud’ın (Alkatraz Kuşçusu)  çektiklerine  ve  hapishane icraatlarına  taş çıkartacak niteliktedir.  Öncelikle  okunmalıdır derim.  Zira   bu kitap ,  suçlu, suçsuz hapsedilecekler  için   mükemmel  öğütlerle doludur.
Yine   içimizi karartan ,  ümidimizi  kıran hazin gerçeklere  dönecek olursak , bu  yıl;  elini kolunu sallayarak  başları dik,  mağrur şekilde dışarıda gezmesi  gereken  masum insanların içeriye atılmaya devam edildiği   bir yıl oldu.  Hapsolması  gereken  caniler ise  birilerinin (!)  desteğiyle dışarıda fink atmaya  devam ettiler!.
Kısacası ,  yasalar adalet  kurumu  ve  insani duygular  hiçe sayılarak  uygulandı..
                                                                          ***
 Emniyet örgütümüz; tarihinde görülmedik  kadar iktidar tarafından zapt-u rapta alındı. Vatanını   seven ve Türk askerini  gönülden destekleyen  Emniyet  Örgütü  Mensupları  ise, mesleklerinden uzaklaştırıldı. , Direnenler ve gerçekleri kaleme alanlar ise hapse atıldı.  Bu aralar   İktidarın  emrinde  ve    Okyanus ötesinin yakın markajında olan  Polisin ,   her geçen  gün artırılan  mevcudunu (!)   önemle ve kuşkuyla dikkatinize sunmak isterim.
                                                                           ***
Yine hepimizin gözünün  önünde,  medar-ı iftiharımız olan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz  “Düşman”  ilan edilerek ,  içler acıtan ,  alışık olmadık   uygulamalara  maruz  bırakıldı.
Asli görevleri  göz ardı edilen ve  ağır silahlarla donatılan  emniyet örgütümüz , kahraman askerimizin  asli görevlerine soyunduruldu.  Hayret ve esef vericidir
Polis  Örgütünün ,  acemisi olduğu   muharebe görevlerine  yönlendirilmesinin  son derece manidar ve  bir o kadar da tehlikelerle dolu olduğunu  Türk Milletinin  engin görüşlerine sunarım.. 
Acaba! Kahraman  Türk askerinin ,  kendisine verilecek görevleri yapamayacağı düşünülerek mi Türk polisi  güçlü ,  nüfuslu  ve  ehliyetli (!) kılınıyor? İnsan bu işin altında başka hesaplar olmasın diye düşünmeden edemiyor!
Bir ülkenin Emniyeti, Adaleti, Eğitim Ordusu iktidarın esiri edilmişse  o  ülkelerin demokratik, Laik ve sosyal hukuk devleti olması  ve KALKINMASI mümkün müdür?

 Dostlar maalesef  her geçen gün  Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin  yok edilmeye çalışıldığı  talihsiz bir dönemden geçiyoruz.  Malumunuz ,  yurt içinde asli görevleri ; halkın huzur ve güvenliğini  sağlamak olan   Emniyet  ve Jandarma teşkilatımız   İçişleri Bakanlığına bağlıdır.  Kendimize sormamız gereken soru şudur? 
Polis örgütümüz,  görevi yapamaz seviyede olduğu için mi   sürekli takviye ediliyor?..
Uzun yıllar sıkıyönetim dönemlerinde Polislerle çalışan bir asker olarak  Donanımlı , Eğitim seviyesi mükemmel ( 200000 mevcutlu tüm personel yüksek eğitim , öğretim düzeyinde) Emniyet örgütümüzün   başarısızlığının tek sebebi nedir dersiniz.
Bana göre  asli görevlerini yapamaz hale gelişinin tek nedeni  , Siyasi İktidarın esiri durumuna sokulmasıdır.
Üzerine basa basa belirttiğim  bu tespitimin altında  tecrübenin yattığını  lütfen biliniz sevgili dostlarım. 
 Son genelkurmay açıklamasına göre bu gün TSK ‘da bulunan personel mevcudu  720000’dir.  Bunun %20’si komuta kademesidir, kalan %80’i ise Mehmetçiktir. Bu %80’in okuma ve kültür seviyesindeki çarpıklık  irdelendiğinde    inanınız akıl tutulması yaşarsınız. Askere alınanların  okuma düzeyi (!) , esrarkeş, hırsız, vasıfsız, katil, ırz düşmanı vb. nitelikte oluşu askere alınmasında engel teşkil etmez.
Hazin tabloyu  bilmem anlatabildim mi?....
Bu haliyle bile dünyanın en etkin silahlı gücü olduğuna göre bu başarısının altında Komuta Kademesinin;  İKTİDARLARIN ESİRİ  olmaması  ve   akılcı, bilinçli ve  özveriyle çalışması yatar…
Başka mukayeseye gerek var mıdır?...
Hal böyleyken eğitim düzeyi  son derece  yüksek  olan  Polis Teşkilatının güçlü kılınmasının altında ,  Türk askeri ile polis teşkilatının    karşı karşıya getirilmesi hedeflenmesin sakın!...
Askerimizi tenkit eden ve   görevlerini hatırlatmaya çalışanlar , önce , ayakta kalmayı başarmış tek kalemiz olan Silahlı Kuvvetlerimizin dünya ile savaş verdiğini akıllarından çıkarmasınlar.
Ben, 2012  ve sonrasının  Türkiye’nin ve onun bağrından çıkan Türk askerinin lehine sonuçlanacağına inanıyorum. Allah’ın  ben ve benim gibi düşünenleri mahcup etmeyeceğine yürekten inanıyorum..
Son olarak bir hususu belirtmek istiyorum..  
Sözün bittiği yerdeyiz dostlarım.  Artık az yazıp çok mücadele verme zamanıdır…
Önümüzdeki yıllar umutlarımızın, hayallerimizin  gerçekleşeceği yıllar olsun.
Sevgiyle ve esen kalınız..02 Aralık 2011 İZMİR….
 Fevzi MORAY
 E.P.KD.ALBAY



Salı, Kasım 08, 2011

ÖNEMSENMEZSE PSİKOLOJİK HAREKAT "ÜLKEYE ÇOK YAZIK OLUR"

*PSİKOLOJİK HAREKAT*
 VATANPERVER EMEKLİ AMİRAL,  TÜRKER ERTÜRK'ÜN BU YAZISINI LÜTFEN HEDEF KİTLESİYLE PAYLAŞALIM.
(Hedef kitle denince akla dost , düşman gelir.F.MORAY )

ULAŞABİLDİĞİ EN UZAKTAKİ KİŞİYE KADAR ULAŞMALI..

OKUDUĞUNUZDA NİÇİN ISRAR ETTİĞİMİZİ ANLAYACAKSINIZ...

"ABD ve NATO’nun Psikolojik harekat kurslarında 2500 yıl önce yaşamış Çinli General Sun-tuzu öğretileri özel bir öneme sahiptir.”
Bakınız buralarda neler öğretiliyor.
•         Hedef ülkede iyi olan şeyleri gözden düşürünüz.
•         Liderlerin ve kurumların şöhretlerini gölgeleyiniz.
•         Aşağılık kişilerle işbirliği yapınız.
•         Kendi aralarındaki uyuşmazlıkları ve kavgaları kaşıyınız.
Şimdi bu öğreti ışığında Ergenekon’u, Balyozu ve ihbarcı eşcinsel hahamı tekrar değerlendirebilirsiniz.

PSİKOLOJİK HAREKAT: Türker  ERTÜRK   E.AMİRAL
Batı’nın gözetiminde, yurttaşları, dindaşları ve ırkdaşları Kaddafi’yi tüm dünyanın gözleri önünde dövdüler, ırzına geçtiler, alay ettiler ve sonunda hunharca ve vahşice öldürdüler.
Bu yapılanın ne İslam ile ne de İnsanlık ile bağdaşır tarafı olmadığı çok açıktır. Ama ne yazık ki dünyanın birçok yerinde bu işten direkt çıkarı olmadığı halde ABD Dışişleri Bakanı gibi sevinenlerin veya  “Biraz aşırıya kaçsa da Kaddafi bunu hak etmişti ‘’ diyenlerin olduğunu görüyoruz.
Belki demokrat olma açısından Kaddafi sütten çıkmış ak kaşık değildi ama halkı için çok şeyler yapmıştı.
İktidara geldiğinde Libya dünyanın en fakir ülkelerinden biriydi, katledildiğinde ise Afrika’nın yaşam standardı en yüksek ülkesi.
Fakat emperyalist güçler Kaddafi’yi istemiyorlardı. Çünkü petrol gelirlerinden anlamlı bir pay vermiyordu. Liderliğindeki Libya bu hali ile Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi için uygun değildi. Ayrıca birçok ürkütücü projesi vardı; Güney Atlantik Savunma Paktı ( Afrika ve Latin Amerikayı  içine alan ), Afrika Birleşik Devletleri, Afrika Merkez Bankası, Afrika Yatırım Bankası, Afrika Para Fonu bunlardan bazılarıdır. En tehlikeli olanı ise Servetin Yeniden Dağıtımı Projesidir (WealthRedistribution Project ). Bu projenin gerçekleştirilmesi için atılacak adımlar özellikle petrol zengini Arap ülkeleri için önü alınamayan halk ayaklanmalarına neden olabilirdi. Bu nedenle Kaddafi ne yapacağı belli olmayan bir deli, kana susamış bir diktatör ve işbirliğine yanaşmayan bir şeytan olarak dünyaya takdim edildi. 
Nasıl mı? Psikolojik harekat ile.
Psikolojik harekat;  bir insanın veya toplumun düşünce ve duygularını kontrol etmek, değiştirmek, yönlendirmek, yılgınlığa ve umutsuzluğa sürüklemek için uygulanan faaliyetlere denir. İnsanların bilinçaltı hedeflendiği için onların farkına varamayacağı şekilde mesajlar kapalı ve örtülü olarak verilir. Amaç toplumun davranışlarını, fikirlerini ve duygularını etkilemek ve yönlendirmektir.
Psikolojik harekat yalnız düşman guruplar için değil dost ve tarafsız unsurlara karşıda kullanılır. Örneğin ABD, Irak’a ve Libya’ya karşı yaptığı saldırıların toplumsal desteği için hem kendi ülkesinde hem de dünyada, kamuoyunu etkilemek ve yönlendirebilmek gerekçesiyle algı operasyonu, yalan, aldatma ve dezenformasyon içerikli yoğun psikolojik harekat yapmıştır.
ABD ve NATO’nun Psikolojik harekat kurslarında 2500 yıl önce yaşamış Çinli General Sun-tuzu öğretileri özel bir öneme sahiptir.
 Bakınız buralarda neler öğretiliyor.
•         Hedef ülkede iyi olan şeyleri gözden düşürünüz.
•         Liderlerin ve kurumların şöhretlerini gölgeleyiniz.
•         Aşağılık kişilerle işbirliği yapınız.
•         Kendi aralarındaki uyuşmazlıkları ve kavgaları kaşıyınız.
Şimdi bu öğreti ışığında Ergenekon’u, Balyozu ve ihbarcı eşcinsel hahamı tekrar değerlendirebilirsiniz.
Psikolojik harekat insanların beyninde sürdürülen bir savaştır. Hedefi, doğru olmayan, yanlış ve yanıltıcı bilgileri çeşitli vasıtalarla ’ Gerçekmiş gibi ‘’ göstermektir. Anımsayın Irak savaşından önce bu ülkede olduğu iddia edilen ve yalan-dolanla belgelenen kitle imha silahlarını.
Bu harekatın yok edici unsurları tank top gibi ateşli silahlar değil, internet, sosyal paylaşım siteleri ( Facebook, twitter, youtube ) , yazılı ve görsel basın, sinema filmleri, kitaplar, sipariş doktora tezleri, vakıflar ve sivil toplum kuruluşları gibi yumuşak silahlardır.
Bugün biliyoruz ki, ABD ve İsrail Silahlı Kuvvetlerinin psikolojik harekat kapsamında internette dolaşan, site yapan, yorum gönderen, forumlara katılan, internet sohbetlerine giren, hedef sitelere saldıran ve kamuoyu oluşturan siber timleri ( Ekonomik, Politik, Askeri nedenlerle hedef seçilen bir ülkeye bilgi, iletişim sistemleri üzerinden organize edilen saldırı F. Moray)  mevcuttur.
 Bu operasyonları tüm dünyada etkin bir şekilde yapabilmek için özel bilgisayar programları yazdırılmış olup bu programlar sayesinde 1 tim üyesi en az 250 kişinin internetteki işlem yapma imkanına sahiptir.
Bu timler vasıtası ile Libya’da operasyon yapıldı, Suriye’ye yönelik tüm dünyada ve Türkiye’de yapılıyor, Arap Baharının gelmesi istenmeyen Bahreyn, Sudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt gibi ülkelerde ise yönetim aleyhine oluşacak olumsuz duyguyu engelleyici karşı operasyonlar yürürlüğe konmaktadır.
Şunu biliniz ki, siz bile bu tim mensuplarıyla, bir internet sohbetine girmiş, hazırladıkları sitelerinde araştırma yapıp referans vermiş, haberlere yaptığı yönlendirici yorumu okumuş ve facebook gibi bir sosyal paylaşım sitesinde arkadaş olarak küreselleşme, yenidünya düzeni veya bir başka konu hakkında fikir alış verişinde bulunmuş olabilirsiniz.
Siz hala merak ediyor musunuz, başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Türkiye Cumhuriyetini dönüştürmek maksatlı psikolojik harekatı kimin yaptığını?
Tekrar Libya’ya dönersek Kaddafi’nin bu şekilde öldürülmesinin bile müteakip hedeflere yönelik psikolojik harekatın bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Burada Suriye , Türkiye( F.MORAY) ve diğerlerine verilmek istenen mesaj ‘’ Direnmenin faydasızlığı, yılgınlık, umutsuzluk ve korkudur. ‘’
Korku tanktan ve tüfekten daha etkili bir silahtır. Eğer düşmanınızı veya hedef grubu yeteri kadar korkutabilirseniz onu savaşmadan veya mücadele etmeden teslim alabilirsiniz. Bilmem ‘’Savaşmadan teslim oldular ‘’ sorusuna bir cevap olur mu?
Saygılar sunarım.
Türker ERTÜRK

Salı, Ekim 18, 2011

KÜRT YAHUDİLER!MUHAKKAK OKUYUNUZ!
İSRAİL'İN KÜRT KARTI.   DERLEYEN: CEMAL POLAT

19 Aralık 2010 Pazar, 05:29 tarihinde UyanIk Türkler Kulubü tarafından eklendi

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından kısa bir süre sonra Azerbaycan'a gitmiştim... Orada çok enteresan insanlarla tanıştım. Ama bir tanesi beni çok şaşırtmıştı. Çok güzel Türkçe konuşan bu kişiye ne olduğunu sorduğum zaman "Ben ERMENİ KÜRDÜ'yüm," demişti!.. O dönemde cahildim, hayret içerisinde

"Yahu, Ermeni Kürdü olur mu, ya Ermeni'sin, ya da Kürt," dediğimde, yine gülerek
 "Yok, ben ERMENİ KÜRDÜ'yüm," diye tekrarladı. Öyle kala kalmışım!

Bir süre sonra Erzincanlı bir genç kızla karşılaştım. O daha da enteresan bir şey söyledi. Dedi ki,

- "Bizim oralarda Kürt dendi mi, akla ERMENİ gelir... Neden, diye merak ettim. Biraz araştırma yapınca ÜÇ grup tesbit ettim. Kürtler ya ERMENİ, ya ARAP, ya da TÜRK soyundan... saf kürt diye bir şey yok!"

Şaşırtıcı, değil mi?.. Pek aklın alacağı gibi görünmüyor... Ama geçenlerde (2005) İBRAHİM TATLISES, kalkıp ta, - "Ben ARAP asıllı Kürd'üm," demez mi???

Bir de TABERÎ'nin, bundan en az 1300 yıl öncesine, Hz. ÖMER'in oğlu Abdullah'a ait bir KÜRT tanımını hatırlayalım:

- "KÜRTLER, FARSLARIN GÖÇEBE ARAPLARIDIR... Onlardan biri Nemrud'a, İBRAHİM'i ateşte yakmasını tavsiye etmiştir."

Hem FARS, (Yani ACEM, yani İRANLI), hem ARAP, hem de KÜRT!.. Gel de çık işin içinden!..


Halbuki açıklaması basit... ve FİRDEVSÎ'nin tanımında gizli...

FİRDEVSİ, zalim İran hükümdarı DEHHAK'ın beynindeki ura deva olsun diye, her gün çeşitli milletlerden seçtiği iki kişiyi öldürüp beyinlerini çıkartıp kafasına sürdüğünü anlatır... "iki iyi niyetli adam" çıkar, DEHHAK'ın öldürmek üzere seçtiği gençlerden birini öldürüp, diğerini serbest bırakırlar, onun yerine bir koyunu kesip beynini kullanırlar...

İşte bu noktada FİRDEVSÎ, bu "iki iyi niyetli adam"ın kurtarıp dağa kaçırdığını insanlarla ilgili şöyle bir tarif verir:

- "ZAMANLA KİMİN NESLİ OLDUKLARI BELLİ OLMIYAN BU GENÇLERİN SAYISI 200'Ü BULDU!.. İŞTE BUGÜNKÜ KÜRT KAVMİNİN ASLI BUNLARDAN TÜREMİŞTİR Kİ, BUNLAR MAMUR ŞEHİR NEDİR BİLMEZLER!... BUNLARIN EVLERİ ÇÖLLERDE KURULMUŞ ÇADIRLARDAN İBARETTİR. KALPLERİNDE HİÇ TANRI KORKUSU YOKTUR!"

KİMİN NESLİ OLDUĞU BİLİNMEYEN insanlara zamanla Kürt denmiş!. Biraz bu ifadeyi yorumlarsak, kendi toplumundan bir şekilde kopmuş, dağlara, çöllere kaçmış, genelde aşiret halinde, göçebe olarak çadırda yaşayan kişiler, diyebiliriz.

ERZİNCANLI kız, "ÜÇ GRUP" demişti... ERMENİ, ARAP, TÜRK... Hz. ÖMER'in oğlu ABDULLAH bir tane daha ekliyor: FARS... İSRAİL kaynaklarına dayanan AYTUNÇ ALTINDAL da YAHUDİ KÜRTLER'i ekliyor... Etti BEŞ GRUP!..

Yani Kürtler bir MİLLET değildir!.. Kendi milletinden kopmuş insanlardır!.

İşte onun içindir ki, onları birleştirip bir millet oluşturmak mümkün değildir. Çünkü Kürtler kendi aralarında birbirleriyle kaynaşamazlar!... Kaynaşmadıklarını, hatta Irak'ta birbirleriyle savaştıklarını gördük!... Aynı dili konuşmazlar!.. Konuşmadıklarını TÜRKİYE'de gördük... AVRUPA BİRLİĞİ'nin baskısı ile "kürtçe" yayına başlayan TRT'yi bir kısmı anladı, bir kısmı anlamadı...
Aslında bazen birbirine komşu iki köy bile anlamaz!..

Üstelik KÜRT kelimesi bile Kürtçe değildir!.. ARAPÇA, FARSÇA falan da değildir... Öz-be-öz TÜRKÇE'dir!.. TÜRKLER'in DAĞLIK, KARLI bölgelerde yaşayan bir TÜRK OYMAĞI'nın adıdır!..
Onun içindir ki, GÜNEYDOĞU ANADOLU'nun sarp dağlarla kaplı bölgesinin adı KÜRDİSTAN olmuş, bu bölgede yaşayan insanlara da KÜRT denilmiştir!.

Kürtler eskiden kendilerine "Kürt" demezlerdi!.. Bu ad onlara başkaların verdiği addı. Onlar kendilerini, DIMILLI, KURMANÇ diye adlandırırlar, aşiret adı verirlerdi. Ne zamanki emperyalist Batılılar TÜRKİYE'yi bölmek ve bölgeyi karıştırma gayretine girdiler, bölgede bol para dağıtmaya başladılar, kaçaklara, teröristlere özel imtiyazlar tanıdılar, Kürt olmak makbul oldu.

Ama biz şimdi bunlardan değil, sadece YAHUDİ KÜRTLER'den bahsetmek istiyoruz... Bu konuda AYTUNÇ ALTINDAL'dan başka YALÇIN KÜÇÜK de kitaplarında açıklamalarda bulunmuştur.
EŞREF GÜNAYDIN ise YAHUDİ KÜRTLER diye bir kitap yazmıştır.

Herşeyden önce YAHUDİ ve MUSEVÎ kelimelerine açıklık getirmek gerekir.
YAHUDİLİK bir ırka mensubiyeti,

MUSEVİLİK ise bir dine bağlılığı ifade eder. YAHUDÎ kelimesi, Hazret-i İBRAHİM'in torunu Hazret-i YAKUB'un oniki oğlundan biri olan YAHUDA'dan gelir. HAZAR TÜRKLERİ, bilindiği gibi YAHUDİ değillerdir, MUSEVÎ'dirler. FALAŞALAR, yani HABEŞİSTAN (ETOPYA) zencileri YAHUDİ değildirler, ama MUSEVİ'dirler.

Ama Kürtler için durum biraz daha karışıktır. Bir kısmı YAHUDİ KÜRDÜ'dür, bir kısmı da MUSEVÎ KÜRT'tür... Peki, böyle bir durum nasıl oluştu?

TALMUD'a göre ASUR kralı SALMENESER tarafından M.Ö.721-715 yılları arasında FİLİSTİN'den sürülen YAHUDİLER'in on kabilesi, KUZEY IRAK'ın dağlık bölgelerine kaçtılar. Oralara yerleştiler. Bugünkü ERBİL şehri Milad'dan önceki birinci yüzyılda onların merkezi oldu. Bir iddiaya göre burada bir devlet kurdular... YAHUDİLER bölgede güçlenince çevrede yaşıyan bazı insanlar MUSEVÎ oldular. Bu insanlar o dönemde İBRANÎ ve ARAPÇA'nın karışımından oluşan ARÂMÎ konuşuyorlardı.

M.Ö.604-561 yılları arasında ASUR ülkesini fetheden BABİL KRALI NABUKADNEZAR sayesinde bu yahudilerin büyük kısmı FİLİSTİN'e döndüler, bir kısmı da BABİL'e, bugünkü BAĞDAT'a yerleşti. Bir kısmı da KUZEY IRAK'ta kaldı. Bunların bir kısmı GÜNEYDOĞU ANADOLU'ya kaydı... 30-40 yıl öncesine kadar VAN-HAKKÂRİ arasındaki BAŞKALE ilçesinde Kürtler'in "elbak", Ermeniler'in "hamadakert" dedikleri kerpiç evlerde yaşayan YAHUDİ KÜRTLER, ARAMÎ konuşurdu.

Kuzey Irak’ta asırlardır “Tat” diyalekti ile konuşan, ticaret ve küçük zenaatlarla uğraşan, bir çok kasaba ve köyde Yahudiler’e rastlanmakta idi...

1897'de toplanan Siyonist kongresinde Yahudi ırkının üstünlüğü, NİL'den FIRAT'a kadar bütün bölgenin İSRAİL olmasını, ve dünya hâkimiyetini hedefleyen PROTOKOL'u açıklayan THEODOR HERZL, YAHUDİ KÜRTLER ile temasa geçen ilk YAHUDİ önderdir.

1947'de İSRAİL devleti kurulunca, IRAK'taki Kürtler'le teması arttırdı. Büyük miktarda YAHUDİ KÜRDÜ, İSRAİL'e göç etti. Sonradan MOSSAD ilk başkanı olan Reuven Zoslanski bir ajan olarak IRAK'a gitti, orada üç yıl kaldı. Ali Bedirhan ile işbirliğine girdi... Bir kahraman olarak sunulan Bedirhan, İSRAİL Dışişleri Bakanlığı'na bir rapor vererek "Dürziler, Maruniler ve Kürtler'in İSRAİL'in tabii müttefiki olduğunu" iddia etmiş, ve İSRAİL'den kendi bölücü faaliyeti için yardım istemiştir!.. İSRAİL devleti de, 1961'de isyan eden Kürtler'e, 1963 yılından itibaren yardıma başlamıştır.

"İSRAİL ve IRAK'taki KÜRT Sorunu" adlı kitabın yazarı Amaltzia Baram, "1963 yılında MOSSAD başkanı General Meir Amit'in, İran istihbarat örgütü SAVAK'ın başkanı ile görüşerek KUZEY IRAK'taki Kürtler'e silah gönderme konusunda anlaştıklarını" belirtiyor!..

Böylece YAHUDİ-KÜRT işbirliğine İRAN da katıldı. Müslüman bir ülke, başka müslüman bir ülkenin devletine karşı, YAHUDİ ile birlikte vatan hainlerini desteklemiş oldu. 1965 yılında Bedirhan ile dönemin İSRAİL Savunma Bakan Yardımcı olan Şimon Peres arasındaki bir anlaşma sonucu, İSRAİL istihbaratının en gözde elemanlarından olan Tuğgeneral Tsuri Saguy, Albay Arik Regev ve Yarbay Haim Levakov KUZEY IRAK'a gidip, üç ay boyunca isyancıları eğitip isyanda danışmanlık yaptılar. Aynı yıl içinde MOSSAD'ın ileri gelenlerinden David Mimche başkanlığında bir grup ajan gelerek isyancı Kürtler'le bir görüşme yaptı. Bu ajanların arasında sonradan bakan olan Aryeh Lova Eliah da vardı. Eliah, Molla Mustafa Barzani ile görüştü, isyancı Kürtler'e silah, para ve teknik yardım vaadetti. Bu desteği alan Mustafa Barzani, 1966 yılında IRAK ordusuna karşı büyük bir saldırıya geçti.



İş bu kadarla da kalmadı... 1966 Ağustos ayında İSRAİLLİ bir kadın ajanın ayarladığı bir IRAKLI pilot, SOVYETLER birliği'nin bölgede ARAPLAR'ı güçlendirmek için verdiği MİG-21 uçaklarından birini isyancı Kürtler'in desteği ile TEL AVİV'e kaçırdı!.. Böylece hem İSRAİL, hem de A.B.D., SOVYET uçak teknolojisi hakkında bilgi sahibi oldular... Samuel M. Karz, "Soldier Spies" isimli kitabında, "İsyancı Kürtler'e su gibi para akıtan, liderlerine aylık 50.000 dolar para ödeyen İSRAİL DEVLETİ'nin, MİG-21 uçağını kaçıran hain pilot Redfa'nın tüm ailesinin IRAK dışına çıkarılmasını da Kürtler'e ihale edildiğini" yazıyor!.. Bu olayın filmi yapılmış, ve TÜRKİYE'de GÖKLERDE VURUŞANLAR adıyla gösterime girmiştir.

Yani Kürtler, sadece bağımsızlık iddiası ile kendi devletlerine isyan etmekle kalmamışlar, aynı zamanda o devletin düşman İSRAİL karşısında zayıf duruma düşmesine sebep olmuşlardır.

Mustafa Barzani Eylül 1967'de İSRAİL'e gitti. Dönemin Savunma Bakanı Moşe Dayan'a bir Kürt hançeri ile birlikte "KERKÜK petrollerinin nasıl vurulabileceğine dair" planları verdi. 1969'da bu planlar doğrultusunda ve MOSSAD-BARZANİ işbirliği ile KERKÜK rafinerileri bombalanarak işlemez hâle getirildi.

Aynı uygulama ikinci IRAK savaşı (2003) sonrasında KERKÜK-YUMURTALIK boru hattına yapılmakta, İSRAİL ajanları ve Kürtler sık sık bu boru hattını bombalıyarak IRAK petrolünün TÜRKİYE'ye değil, İSRAİL'deki HAYFA limanına akmasını sağlamaya çalışmaktadırlar.

Mustafa Barzani 1973 yılında tekrar İSRAİL'e gitti. Bir YAHUDİ KÜRDÜ olan David Dayan'ın evinde kaldı. Daha sonra MOSSAD başkanı Zwi Zamir KUZEY IRAK'a giderek Barzani'yi ziyaret etti. Bağdat idaresine yapılan saldırıların arttırılması karşılığında her ay verilen 50.000 dolara ek 50.000 dolarlık başka ödemeler yapıldı.
A. CEM ERSEVER, kitabında "Talabani'nin beş para etmez bir aşiret reisi olduğunu, ve TURGUT ÖZAL'ın sayesinde adam sayıldığını" yazar... Aynı şekilde KUZEY IRAK' taki belli başlı 24 aşiretten biri olan, sıradan BARZANİ aşiretinin bugünkü konumuna gelmesi, o dönemde İSRAİL'in verdiği destek ile 1991'den sonra A.B.D.'nin verdiği destek sayesindedir!.

 İSRAİL ve A.B.D.'nin amacı MUSUL-KERKÜK petrol bölgesinin SELÇUKLULAR döneminden beri gerçek sahibi olan TÜRKMENLER'i, yani TÜRKLER'i saf dışı bırakıp, orada İSRAİL denetiminde bir uyduruk Kürt devleti kurmaktır. AYTUNÇ ALTINDAL, "Halen İSRAİL ile ilişkileri BARZANİ'nin yanında olan Sami Abdurrahman sağlıyor," demektedir.
Bunları niye uzun uzun anlattık?.. Bölücü Kürtler'in hararetle destekleyip örnek aldığı, saf Kürt kökenli vatandaşlarımızdan bir kısmının da sempati duyduğu KUZEY IRAK'taki "Kürt hareketi"nin aslında bir YAHUDİ oyunu olduğunu, Kürtler'in aslında bağımsız bir devlet falan kurmadıklarını, para ve menfaat karşılığında, içinde yaşadıkları devlete ihanet, o devletin amansız düşmanlarına da uşaklık ettiklerini göstermek için!..
Gelelim YAHUDİ KÜRDÜ meselesine... Tarihçi AHMET UÇAR ve AYTUNÇ ALTINDAL, BARZANİ ailesinin YAHUDİ kökenli olduğunu belirtmektedirler. Bunu da OSMANLI arşivlerinde bulunan bir belgeye dayandırmaktadırlar!.. ALTINDAL konuyu çok eskiden beri bildiğini, hatta 1970'lerde bu konuda bir makale yazdığını söyler.
Bu belgeye göre 1856 senesinde SALLUM BARZANÎ adlı bir YAHUDİ haham, MUSUL'dan SELÂNİK'e, oradan da KUDÜS'e sürülmüştür!..

Bu kişi, BARZANİ ailesinden yetişmiş pek çok YAHUDİ hahamdan sadece biridir...

Ama YAHUDİ KÜRTLERİ'nin varlığı sadece bu iki kişi tarafından dile getirilmiş değildir... 1992 yılında yayınlanmış olan "The Folk Literature of Kurdistani Jews: An Anthology - Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı Antolojisi" bu konuda kaynak kitap hüviyeti taşır. Yazarı bir YAHUDİ KÜRDÜ olan Profesör Yona Sabar'dır ve kendisi Kaliforniya Üniversitesi'nde görev yapmaktadır...

Bu kitaba göre "16. ve 17. yüzyılda KUZEY IRAK'ta yaşayan ailelerin en ünlülerinden biri BARZANİ ailesiydi ve bu aileye mensup hahamların kurduğu YAHUDİ eğitim kurumları büyük bir itibara sahipti. Öyle ki, başta MISIR olmak üzere, Ortadoğu'nun çeşitli yörelerinden buraya öğrenciler geliyordu... Haham NATHANEL BARZANİ çoğunluğu elyazması olan büyük bir kütüphaneye sahipti. Bu kitaplar yine haham olan oğlu SAMUEL BARZANİ'ye miras kalmıştı... En enteresanı sapıtmış AMERİKAN YAHUDİLERİ tarafından kabul edilen ilk KADIN haham da, bu Samuel'in kızı ASENATLI BARZANİ idi!.."

Kitabın yazarı Yona Sabar, kendisiyle irtibat kuran Eşref Günaydın'a, "BARZANİ ailesinin kurucusunun 16. asırda yaşamış olan haham SAMUEL BARZANİ (ölümü 1630) olduğunu, ailenin daha sonra MUSUL, ERBİL, KERKÜK civarlarında etkili olduğunu, ancak BARZANİ adı taşıyan her aileyi YAHUDİ saymamak gerektiğini" belirtmiştir.

Ancak bölgede BARZANİ adı taşıyan başka bir aile yoktur ki!.. Şu halde günümüz BARZANİ ailesinin aslında YAHUDİ olduğundan en ufak bir şüphe duymamak gerekir.

Bugün İSRAİL'de yaşayan YAHUDİ KÜRTLER'in arasında BARZANİ soyadı oldukça yaygındır. İSRAİL devleti kurulmadan önce MOŞE BARZANİ bir militan olarak LECHİ yeraltı örgüne mensuptu ve gözaltında iken bir el bombası patlatarak intihar etmişti. Moşe Barzani IRAK'ta doğmuş, FİLİSTİN'e göç etmiş ve orada ölmüştü. (1947)
Ancak SABATAY SEVİ'nin takipçileri "dışı müslüman, içi yahudi" dönmeler gibi, bölge yahudilerinden bir kısmı menfaat açısından müslüman görünmeyi daha uygun bularak zahirde din değiştirmişler, hatta Nakşibendi tarikatına intisap etmişlerdir. Bu tür aileleri Kürtler bilir, ve onlara "binemal cuhi" derler, yani YAHUDİ KÖKENLİ!.. Bu aileler HAKKÂRİ'de de vardır, IRAK'taki BARZAN bölgesindekilere "birker" denir.



Müslüman görüntülü BARZANİ ailesinden Şeyh Mehmet, 1700'lerde Nakşibendi tarikatının lideri olmuş, 1800'lerde bir başka Şeyh Mehmet Nakşibendiler arasında sivrilmiştir. Ama bu bir şey değiştirmez. OSMANLI şeyhülislamları arasında dahi dönme (YAHUDİ) olanlar vardır!. YAHUDİLER kılıktan kılığa girmekte ve insanları kandırmakta çok ustadırlar... Zaten Kürtler'in ancak %60'ı müslümandır, onlar arasında gerçek müslüman ne kadardır, ALLAH bilir!
Kendi de bir Kürt ayırımcı olan FAİK BULUT, "Filistin Rüyası" isimli kitabında "İSRAİL'de KÜRTÇE KONUŞAN YAHUDİLER"den bahseder. Bu kişinin "HORASAN Kürtleri" diye bir kitabı vardır ki, bölgeye GURİSTAN adını vermiş GUR TÜRKLERİ'ni "kürt" yapar!.. Ama Kürtler'in Anadolu'dan ta HORASAN'a nasıl gittiğini açıklamaz!..

A. MEDYALI isimli kişinin de " Kürdistanlı Yahudiler" diye bir kitabı vardır. (Berhem Yayınları, Ankara, 1992)

YALÇIN KÜÇÜK kitaplarında YAHUDİ KÜRTLER'den bahseder, "İSRAİL'de 150.000 kadar YAHUDİ KÜRDÜ olduğunu ve aralarından bakanlar bile çıktığını" yazar.

ABDULLAH BİLİCİ de İSRAİL'de YAHUDİ KÜRDÜ Moti Zaken ile yaptığı röportajı AKSİYON dergisinin 291. sayısında yayınlamıştır. Moti Zaken babası ZAHO doğumlu, sonradan İSRAİL'e göç etmiş... MUTİ ZAKEN, İSRAİL-KÜRT LİGİ'nin kurucusu... Aynı zamanda Netanyahu ve Barak hükümetlerinde danışmanlık yapmış. İSRAİL'de 150.000 YAHUDİ KÜRDÜ olduğunu söylüyor. 1970'lerde İşçi partisinden iki YAHUDİ KÜRDÜ, KNESSET denen YAHUDİ meclisine girmiş... Lukud Partisi'nden de bir bakan ve bir milletvekili çıkarmışlar. 1996-1999 yılları arasında Savunma Bakanı olan emekli general İZAK MORDEHAY da YAHUDİ KÜRDÜ idi.



Utah Üniversitesi'nde görev yapan HASAN KÖSEBALABAN'ın da bu konuda bir makalesi var. O da "İSRAİL'in Kürtler'in tümünü M.Ö.723 yılında bölgeye göç eden YAHUDİ kabilelerin soyundan geldiğine inandırarak KUZEY IRAK'ta bir nüfuz alanı oluşturmayı amaçladığını" belirtiyor. Ancak "YAHUDİ KÜRTLER'in kendilerini MÜSLÜMAN KÜRTLER'den daha çok YAHUDİLER'e yakın hissettiğini" de ekliyor!.. Maalesef bu TÜRKİYE'nin de problemi... bizim dönmelerimiz de, (yani dışı MÜSLÜMAN-TÜRK, içi-özü YAHUDİ) kendilerini yüzyıllardır bağrına basan MÜSLÜMAN TÜRKLER'i, TÜRK DEVLETİ'ni bir kenara bırakıp; İSRAİL'e, A.B.D'ye, A.B.'ye, yani YAHUDİLER'e ve HIRİSTİYANLAR'a hizmet etmektedirler!.. Kürt bölücüler de öyle!..

Şimdi bu YAHUDİ KÜRDÜ tesbitimiz bazılarına inandırıcı gelmeyebilir... Ancak KEVIN BROOK adlı araştırmacının internet sitesinden öğreniyoruz ki, elde 2001 yılında YAHUDİ, ALMAN ve HİNTLİ bilim adamlarınca yapılan bir araştırma var... Amaç kimin SAMÎ, kimin HİNT-AVRUPAÎ kökenli olduğunu tesbit etmek... Araştırma için SEFERAD YAHUDİLERİ (FİLİSTİN kökenli, daha çok İSPANYA'ya göçmüş YAHUDİLER), EŞKENAZ MUSEVİLERİ (daha çok HAZAR TÜRKÜ kökenli ASYA VE DOĞU AVRUPA MUSEVİLERİ), MÜSLÜMAN KÜRTLER, FİLİSTİNLİ ARAPLAR ve FİLİSTİN'in güneyinde yaşayan BEDEVİLER'den 526 adet Y-KROMOZOMU toplanmış... Daha sonra araştırmaya RUS, BEYAZ RUS, POLONYALI, PORTEKİZLİ, İSPANYOL, ARAP, BERBERÎ, ERMENİ ve TÜRK deneklerden alınan 1321 örnek dahil edilmiş...



Sonuç şaşırtıcı!.. KÜRTLER ve YAHUDİLER binlerce yıl öncesinde ORTAK bir BABA'dan geliyorlar!... Diğerleri ile böyle rabıta kurulamıyor!..

Yine başka bir internet sitesi, ISRAELI-KURDISH FRIENDSHIP LEAGUE, MOTİ ZAKEN'in bahsettiğimiz makalesini veriyor. Tarayıp bulabilirsiniz.

Netice itibariyle, biz Kürt kökenli vatandaşlarımızın YAHUDİ oyunlarına gelip, YAHUDİ ve AMERİKAN uşağı olmasını istemiyoruz. Kendilerini onbinlerce yıllık TÜRK tarihinin ve benliğinin bir parçası gibi hissetmelerini istiyoruz. Bütün çabamız bunun için!..

http://www.angelfire.com/tn3/tahir/trk29bd.html

DİP NOT: AHMET CEM ERSEVER : Jandarma subay

1950 Erzurum doğumlu. Kerkük Türkleri’ndendir. Resmi adı İstihbarat Grup Komutanlığı olan, halk arasında Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele adıyla anılan biriminin kurucusu ve komutanı olan Jandarma subayı.

Ersever, Güneydoğu Anadolu’da PKK ile yapılan gerilla ve istihbarat çalışmalarının tümünde yer almış, silahlı çatışmalara bizzat katılmış, tüm faaliyetleri yönetmiş, PKK’ya yardım ve yataklık eden kişi ve guruplarla mücadele etmiş, bu faaliyetleri tam yetkiyle ve Komutanlığa doğrudan bağlı olarak yürütmüştür.Mücadelesinde Pkk'nın tarihini yazacak kadar derinlere inen Cem Ersever pkk ve gladıo arasındaki bağ ile İsrail ve Abd'nin desteklerini,pkk içindeki ermeni eliti Jandarma Genel Komutanı:Eşref Bitlis'e bildirmiş;Eşref Bitlis bu konuda açıklama yapılamadan uçağına düzenlenen sabotajla şehit edilmiştir.

Ersever ile Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu arasındaki ilişki olduğu ve Ersever’in Velioğlu’ndan çok iyi istihbarat aldığı, avukatı Emin Emir (MHP’nin eski lideri Alparslan Türkeş’in de avukatı) tarafından ifade edilmiştir. Özellikle 1989-1990 yıllarında bu ikilinin çok sık görüştüğünden bahseden bahseden Emir, Ersever’in o dönem ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ ilkesiyle hareket ettiğini ve ayrıca Hizbullah’ın devlet tarafından kurulduğuna dair Ersever’den herhangi bir şey duymadığını da belirtmiştir.

Ersever, Aydınlık gazetesinden Soner Yalçın’a yaptığı açıklamalarda, Yeşil kod adıyla tanınan Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhuller ile ilgili bilgiler verdi.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis‘in kuşkulu bir uçak kazasında ölümünden bir ay kadar sonra, binbaşı rütbesindeyken, 17 Mart 1993′de 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etti. İstifa mektubunda “Güneydoğu’da yetkili organlar içerisinde oluşturulan bir çete, cereyan eden hadiselerin gerçek boyutlarının Türk Milleti tarafından görülmesini engellemektedir” diyor ve yaşanan gerçekleri ve PKK ile mücadelenin eksikliklerini kamuoyuna duyurmaya çalışacağını açıklıyordu.

Bu arada PKK ile psikolojik mücadele yöntemi olarak Ahmet Aydın takma adıyla “Üçgendeki Tezgah” ve “APO-PKK-Kürtler” isimli kitapları yazmış, ancak geçim sıkıntısı içine düşmüştü. İşadamı Alparslan Ertuğ ile ilişki içindeydi ve eğer kendisine birşey olursa Güneydoğu’dan tanıdığı Hanefi Avcı‘ya haber vermesini istemişti.

Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıklarıyla ilgili olarak mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993′te Ankara’ya gitti ve bir daha kendisinden haber alınamadı.

1 Kasım’da Ankara Çamlıdere’de sevgilisi Neval Boz’un, 2 Kasım’da Ankara Polatlı’da itirafçı Murat Demir’in ve 4 Kasım 1993′de Ankara Elmadağ’da Ahmet Cem Ersever’in cesetleri jandarma tarafından bulundu. Birbirlerini tanıyan bu üç kişiyi kimlerin öldürdüğü bir sır olarak kaldı.--- --

En derin sevgi ve saygılarımla..

Fevzi MORAY
E.P.KD.ALBAY

Pazar, Ağustos 14, 2011

SÖZDE KALEMŞORLARADIR SÖZÜM. F.MORAY

BAŞLIK YAZIMIN EKİDİR..

Nagehan ALÇI hanıma....2007


F.MORAY:

Sayın Nagehan ALÇI hanım,21 Kasım 2007 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan “Fatih Akın vatan haini mi?” adlı yazınızda Fatih Akın’ın tepkiye yol açan demecini insani duygular çerçevesinde değerlendirerek suçsuz olabileceğini, ancak halkın onayına da itibar etmek gerektiğini belirtmiştiniz.. Bende aşağıdaki yazıyı kaleme alarak böylesine hassas bir konuda fikirlerimi sizinle paylaşmıştım. Fakat sizden gelen cevaptan beni pek ikna ettiğiniz söylenemez..
Öncelikle Dünya devi, bu iş için yıpratılacak kurumu, daha sonra da bütün Dünyanın tanıdığı önemli şahsiyetlerden ortalığı karıştırmaya uygun (içimden o kelimeyi yazmak gelmiyor.) namzedi belirliyor maalesef.. Tıpkı Orhan Pamuk gibi..

Saygılarımla.. 21-11 -2007
Fevzi MORAY
E.P.KD.ALB .

****** ************ ******

N.ALÇI. Sayin Moray, Emailinizi aldim. Ben herkesin o yazidan kendi yorumunu cikarmasini amaclamistim. Sanirium bunu basarmisim.Degerli goruslerinizi paylastiginiz icin tesekkur ederim. Saygilar Nagehan Alci

****** *********** ******

F.MORAY: Sizin anketinize kimlerin ne gibi yorumlar yaptığını bilemem, ancak siz elinizdeki silahla (affedersiniz kalemle) insanımızı ülke çıkarına olan hedeflere sürükleyebilecekken, halkın nabzını tutmakla yetinmektesiniz..Bu nedenle http://morayfevzi.blogspot.com/ da , mensubu olduğunuz Psikolojik savaşın etkin silahı Medya(1,2,3,4,) kurumu hakkında bir seri yazılar yazarak değerli Türk insanı ile düşüncelerimi paylaşmakta ve onlarla kaynaşmaktayım .Eğer yoğun iş hayatınızdan biraz zaman ayırıp okuma zahmeti gösterebilirseniz müşterek bir noktada buluşacağımız kanısındayım..

Olay üzerinden üç ay gibi süre geçtikten sonra bu sefer de hassas olan konu ile ilgili olarak,“Bülent Ersoy vatan haini mi?” adlı 27 Şubat 2008 tarihli yazınızı okuduğumda bir kere daha vuruldum ve sizin adınıza acılar içersindeyim.

Sizi, düşüncelerinizi ve hedef kitlem olan Türk insanını önemsediğim nedeniyle şaşkınlık geçirdiğim son yazınızın bazı önemsediğim bölümlerine yorum eklemeyi görev kabul ediyorum.

.N.ALÇI. "Ölümden korkma en insani duygudur ve bu duygu onca cilalanan ölüm mesajlarının altında yok edilmeye çalışılsa da hepimizin içindedir. ÖLMEKTEN KORKARIZ. Yaşamlarımızı ölümü ertelemek üzerine kurarız."

F.MORAY: Evli ve çocuk sahibi olup olmadığınızı bilmiyorum..Hayatı sevdiğiniz, ölümü erteleme üzerine kurmanızdan anlaşılıyor.. Bu nedenle belirtmiş olduğunuz insani duygularınıza katılmamak mümkün değildir..
Ancak ölüm yerine uzun yaşamı tercih ederek vatan bile diyemeyeceğimiz kısıtlı topraklarda aslında ölüme mahkum edildiğimizi nasıl anlatacağız eşe, dosta?.

Bizlere bağımsız ve huzur içinde yaşayacağımız vatan verebilmek adına şehit düşenlerin kemiklerini sızlatacak beyanlarda bulunmak ne derece doğrudur?

Şu sıralar Vatan uğruna göğsünü siper eden şehit aslanlara yakıştırılan adı (…..) söylemeye elim ve dilim varmıyor..İnanın içim yanıyor!..

Soruyorum size son birkaç yılda küresel güçlerin hiç savaşmadan masa başında ülkemizden almadığı bir yer kaldı mı? Çıkarcı güçlerin ağzını sulandıran kutsal topraklarda doğan her Türk’ün üzerimizde oynanan oyunları iyi bilmesi gerekmektedir..
Ben de şu an bu görevi büyük bir heyecanla yapmanın mutluluğunu yaşamaktayım. Bakın yazınızın bir yerinde ne buyuruyorsunuz?

N.ALÇI. "Önceki gün Bülent Ersoy tam da bu hisleri dile getirdi.. Star TV’de yayınlanan Popstar Alaturka programında. Ölmek ve öldürmek mecburiyetine isyan etti. 'Oğlum olsa askere göndermezdim. Çocuklar gidiyor, kanlı cenazeler geliyor. Hep aynı klişe laflar' dedi. Ve hemen hakkında bir soruşturma başlatıldı. Gerekçe: halkı askerlikten soğutmak. Bu açıklama yüzünden ‘Ersoy’un programdaki jüri üyeliği tehlikede’. Hatta RTÜK, toplantısında bu konuyu da ele alacakmış Bu ülkede olanlara bakıp da sessiz kalabilmek için ya şiddete tapar olmak ya da susup oturmak zorundasınız maalesef"

F.MORAY:Sayın Nagehan hanım,çocuğu olmayan birinin;  Vatanına Milletine ve muhteşem tarihine gönülden bağlı , evladını vatan savunmasında kaybedeceğini bilerek televizyon kanallarına " vatan için ikinci çocuğum da feda olsun” demecini verebilen kutsal anne ve babaların yerine beyanda bulunmaya hakkı olamaz..

Özellikle de Bülent Ersoy gibi görünümü , davranışı ve beyanları ile insanlara iyi örnek olmayan birinin hakkı olacağını düşünmek bile istemiyorum.. 

Yazınızın bir yerinde üzüldüğünüzü belirtircesine “jüri üyeliği tehlikede” demenize inanın çok şaşırdım..

Sizin gibi münevver ve vatanperver olduğuna inandığım birinin 30 yılda elde edeceği ev, onun parmaklarında yüzüktür biliyorsunuz..

Ayrıca ülke insanını isyana yönlendirecek tarzda yıpratıcı beyanda bulunacakları tayin edenlerce (Siz onları anladınız!) kimin ekmeğine yağ sürülmekte ve kimin cebine “enayi vergisi” adı altında akıllara zarar paralar pompalanmaktadır umarım biliyorsunuzdur?

Ülke insanının her gün tiryakisi olduğu cicili bicili , ne olduğu bilinen ! reyting ve dolayısıyla finans kaynağı kişiliklerin kimler tarafından ne maksatla seçilerek bizlere sunulduğunu öğrendiğimizde emperyalist dev atı alıp Üsküdar’ı geçmiş olacaktır..

İnanın müdafaa ettiğiniz o muhteremler bile bu kadar enayi vergisinin kendilerine neden verildiğinin farkında olmayacak kadar saf ve şaşkınlık içersindedirler!!!



Sonuç olarak , Dünya'ya insan olmanın , fedakarlığın, güzel hasletlerin neler olabileceğinin örneğini veren insanların bulunduğu böylesine kutsal vatanda doğduğum için Allah'ıma şükrediyorum..



Bu nedenle de daha evvel kaleme aldığım "ŞEHİTLERİMİZE SAHİP ÇIKMAK TÜRK ULUSUNUN EN KUTSAL GÖREVİDİR"..adlı yazımı dostlarımın gururlandırması , düşmanlara korku salması adına bloğumda bulabilirsiniz.. Saygılarımla…

Fevzi MORAY E.P.KD.ALBAY 01 Mart 2008 İzmir. .





Pazartesi, Temmuz 04, 2011

SABRINDA BİR SINIRI VARDIR!. F.MORAY- 04 Temmuz 2011

SABRINDA BİR SINIRI VARDIR!. F.MORAY- 04 Temmuz 2011



Sevgili dost ve silah arkadaşlarım, hayal kırıklığı yaşadığım seçim sonuçlarını geride bırakarak sizlerle kaldığımız yerden mücadeleye devam etme kararı aldım..Cidden bu ülkede yaşamak kabus haline gelmeye başladı.. Sabrımızı sınıyorlar..Ben Türk'üm ve Türklüğümle iftihar ediyorum..Bu kutsal toprakların kazanılması uğruna verilen mücadeleleri çok iyi biliyorum.


Çünkü okuyorum, düşünüyorum ve doğruyu, yanlışı görüyorum. Yeri geldiğinde tıpkı şimdi olduğu gibi , düşüncelerimi siz vatanseverlerle paylaşarak mücadeleme devam etmeyi şiar edindim..



Bu topraklarda doğan duyarlı Türk ulusunun dostluğundan ve dürüstlüğünden şüphe edilemez.. Verilen sözlere, kurulan hayallere ihanet etmemek vardır Türkün hasletlerinde. Ve ben bilir ve inanırım ki, ahde- vefa; Türk insanının , daha doğrusu has insanların vasfıdır!
Bu mukaddes vatanın bizlere ne eziyetler çekilerek emanet edildiğini biliyorum ben..Bu saatten sonra Vatanımdan başka bir yerde yaşamam da mümkün değildir.



Değerli silah arkadaşım Tuğgeneral Hakan Akkoç’un yürekler dağlayan aşağıdaki savunmasını okuyunca adaletin iflas ettiğini görmekten utanç duydum..



Kahraman silah arkadaşıma reva görülen davranışları, sanki bana yapılmışçasına şiddetle kınıyorum. Tıpkı sizlerinde okuyunca yüreğinizin parçalanacağını hissettiğim gibi benimde içim yanıyor ve bizlere uygulanan Psikolojik Harbin acımasızlıkları karşısında endişeye kapılıyorum...


Mektubu dikkatle okurken bu kadar da adaletsizlik olur mu dercesine feveran ettiğimi biliniz için bu yaz sıcağında acı gerçekleri satırlara döküyorum..



Emperyalistleri bu kadar mı kızdırdık yahu(!)demekten kendimi alamıyorum. Emperyalistler, kurtuluş savaşımızla kazandıklarımızı bu iktidarla geri almayı kafalarına koymuşlar ve vuruyor da vuruyorlar kendilerine engel olan Türk askerine.



O nedenledir ki, içimizdekilerle birlik olan emperyalistlerin bizlere yaptıklarını  bilmemiz ve o doğrultuda mücadele etmemiz farz olmuştur..



(..........) Küresel güç, ‘güçlünün doğru olduğu’ prensibine bağlı kalarak hukuk ve insanlık dışı eylemlerini gözümüzün içine bakarak ve de arkasına bile bakmadan fütursuzca hayata geçiriyor.



Türk Silahlı Kuvvetlerimizin , kolunu kanadını kırmaya ve görev yapamaz hale getirmeye çabalıyor.. Hayallerini gerçekleştireceği partiyi , üçüncü kez oylarını yükselterek iktidara taşıyor..
.O nedenle diyorum ki; dünyada artık yalnız Türkiye’nin uyguladığı ve fakat bariz şikelerle dolu olan bu seçim sistemini (SEÇSİS) muhalefetteki zat-ı muhteremler elinin tersiyle itmediği taktirde mevcut iktidarın , 2024'e kadar "durmak yok yola devam" parolasını göğsünü gerercesine haykıracağını söylemek abesle iştigal etmek olmaz, benden söylemesi.



Sıkılmazsanız bloğumdan “seçimler ve dönen dolaplar” ile ilgili yazılarımı okumanızı öneririm..



Son bir şey söylemek gerekirse :






“iktidarı ve muhalefeti dünya devince tayin edilen bir ülkede, halkı huzurlu kılmak imkansızlaşır ve o ülkenin devlet olma nitelikleri heba olup gider...”



Fazla uzatmadan aşağıda Sayın AKKOÇ’a ait içimizi acıtan ‘SAVUNMASINI ’ dikkatle okuyalım..


Bir süre sonra görüşmek dileklerimle ,en derin sevgi ve saygılarımı sunarım...


Fevzi MORAY


http://www.edebiyatgalerisi.net/


http://www.kibris1974.com/


www.yenivolkangazetesi.net


http://morayfevzi.blogspot.com/


http://politikadergisi.com/


****






EK:






TUĞGENERAL HAKAN AKKOÇ'UN TARİHİ SAVUNMASI...






"Balyoz Planı" iddialarına ilişkin 196 emekli ve muvazzaf askerin


yargılandığı davanın 33. duruşmasına damgasını vuran savunmalardan


biri de Tuğgeneral Hakan Akkoç'a aitti..İşte izleyenleri duygulandıran


ve sarsan o konuşma...



BEN ,61 NO'LU ,NAM'I DİĞER EK-A MAĞDURU TUĞGENERAL HAKAN AKKOÇ.



SEMİNERE KATILMADIM,SEMİNER SIRASINDA YURT DIŞINDAYDIM.BU HUSUS ,GENELKURMAY BAŞKANLIĞI VE PASAPORT DAİRESİNDEN MAHKEMEYE GÖNDERİLEN YAZILARLA TEYİT EDİLMİŞTİR.



SÖZDE PLANI BASINDAN ÖĞRENDİM.İSMİM DIŞINDA ,KASITLI OLARAK EK-A 'YA YAPIŞTIRILMIŞTIR...SÖZDE PLANLA İLGİLİ HİÇ KİMSEDEN EMİR ALMADIM,


VERMEDİM ,HERHANGİ BİR ÇALIŞMA YAPMADIM ,YAPTIRMADIM ,HİÇ KİMSE BANA GÖREV VERMEDİ...



SÖZDE PLANDA EK-A KAPSAMINDA SEMİNERLE İLGİLİ HUSUSLARDA VEYA


İDDİANAMENİN HERHANGİ BİR YERİNDE BİR GÖREV ALDIĞIMA DAİR ISLAK İMZAM YOK,PARAFIM YOK,PARMAK İZİM YOK,SES KAYDIM YOK VE BENZERİ HUKUKİ DAYANAK VEYA DELİL YOKTUR!!! HAKKIMDA HAZIRLANMIŞ POLİS TESPİT TUTANAKLARINI CMK ESASLARINA UYGUN HAZIRLANMADIĞI İÇİN KABUL ETMİYORUM...!!!



HER İNSANIN YAŞAMI SÜRESİNCE İSTEKLERİ OLMUŞTUR.AMA BENİM ,HİÇBİR


ZAMAN TSK'Nİ VE TC 'Nİ TEMSİL ETTİĞİM ONURLU BİR GÖREVDEN ,BELÇİKA'DAN İZİN ALIP HAPİS YATMAK GİBİ BİR FANTEZİM OLMAMIŞTIR...AMA SAYENİZDE BU, OLAĞANÜSTÜ BİLE DİYEMİYECEĞİM ACAYİP OLAY GERÇEKLEŞMİŞTİR...



ADİL OLANIN PEŞİNDEN GİDİLMESİ DOĞRUDUR,EN GÜÇLÜNÜN PEŞİNDEN GİDİLMESİ İSE KAÇINILMAZDIR...GÜCÜ OLMAYAN ADALET, CAİZDİR.ADALETİ OLMAYAN GÜÇ İSE ZALİM ...



GÜCÜ OLMAYAN ADALETE MUTLAKA BİR KARŞI ÇIKAN OLUR,ÇÜNKÜ İNSANLAR HER ZAMAN VARDIR.ADALETİ OLMAYAN GÜÇ İSE TÖHMET ALTINDADIR.DEMEK Kİ ADALETLE GÜCÜ BİRARAYA GETİRMEK GEREK,BUNU YAPABİLMEK İÇİNDE ADİL OLANIN GÜÇLÜ ,GÜÇLÜ OLANIN ADİL OLMASI GEREKİR...



ADALET TARTIŞMAYA AÇIKTIR,GÜÇ İSE İLK BAKIŞTA TARTIŞILMAZ BİÇİMDE


ANLAŞILIR.BU NEDENLE ,GÜCÜ ADALETE VEREMEDİK.ÇÜNKÜ GÜÇ ADALETE KARŞI ÇIKIP KENDİSİNİN ADİL OLDUĞUNU SÖYLEDİ.ACABA HAKLI OLANI GÜÇLÜ KILAMADIĞIMIZ İÇİN Mİ GÜÇLÜ OLANI HAKLI KILDIK ???



ŞİMDİ BİR DİLEĞİM VAR;



BANA BU ÇİRKİN İFTİRAYI ATAN ÖZGÜRLÜĞÜM VE YAŞAM HAKKIMIN GASP EDİLMESİNE NEDEN OLANLARA ,ORTAM SAĞLAYANLARA ÇOK UZUN BİR ÖMÜR DİLİYORUM.O KADAR UZUN BİR ÖMÜR Kİ YAŞADIKLARI HER ANIN IZDIRAP İÇİNDE GEÇMESİNİ DİLİYORUM...



HEYET ÜYESİ SAYIN HAKİM MURAT ÜRÜNDÜ ,BÜTÜN EK-A 'CILARA ''SİZİ


NİYE EK -A'YA YAZDILAR " DİYE SORDU . O SORMADAN CEVABINI BEN


SÖYLEYEYİM : " SİZCE NEDEN ?" ,ÇÜNKÜ BEN BİLMİYORUM ,AMA MAHKEME


HEYETİNİN BİLDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM .



BİLMİYOR OLSAYDINIZ ,ŞÜPHE DUYARDINIZ ,ŞÜPHEYİ DE BENİM LEHİME


İŞLETİRDİNİZ,KANUN GEREĞİ OLARAK ....BANA SÖYLERMİSİNİZ ,BEN NİYE


BURADAYIM???



İDDİA MAKAMINA SORUYORUM ,HANGİ MADDİ DELİL VE SOMUT GERÇEKLERE GÖRE BENİ İDDİANAMEYE YAZDINIZ? HEYETİNİZE SORUYORUM ,HANGİ MADDİ DELİL VE SOMUT GERÇEKLERİ DOĞRU KABUL ETTİNİZ DE İDDİANAMEYİ KABUL ETTİNİZ...?



BENİ SEVMEYEBİLİRSİNİZ ,ÇÜNKÜ SEVGİ EMEK VE ZAMAN İSTER ,ANLARIM..


SAYGI DA DUYMAYABİLİRSİNİZ ,AYRI DÜNYA GÖRÜŞLERİNE SAHİP


OLABİLİRSİNİZ ,BUNU DA ANLAYABİLİRİM .AMA BUGÜNE KADAR EN KUTSAL HAK OLAN ÖZGÜRLÜK VE YAŞAM HAKKINA ,EN UFAK BİR MÜDAHALEDE -Kİ SONUNDA HAPİS YATMAKTA YOKTU- BÜYÜK BİR HASSASİYET GÖSTERDİNİZ .BEN İLK


İFADEMİN ALINDIĞI 5 MAYISTAN BUGÜNE KADAR ÖZGÜRLÜK VE YAŞAM HAKKIMI KAYBETTİM.HAK ,HUKUK VE MÜLKÜN TEMELİ OLAN ADALET BOYUTUNDA ,MAHKEMENİZE VE İDDİA MAKAMINA KARŞI GÖSTERDİĞİNİZ HASSASİYETİ BEN ETMİYOR MUYUM ?...



BİR DEVRE ARKADAŞIM VAR,TUĞ.SUAT DÖNMEZ.KADER BİZİ BİRÇOK KEZ AYNI ZAMAN DİLİMİNDE AYNI YERLERDE BULUŞTURDU .1998-2001 YURT DIŞI


GÖREVİNDE BERABERDİK.DÖNÜŞTE 3.KOR. DA GÖREV YAPTIK,66 NCI TUG.DA BERABER TB .K.LIĞI YAPTIK.EN SON OLARAK YURTDIŞINDA BERABER GÖREV YAPIYORDUK.KENDİSİ DE SÖZDE 16 KİŞİLİK EK-A LİSTESİNDE 8 İNCİ SIRADA ,BEN İSE 9 .SIRADAYIM .O LİSTEDEN TEK OLMAYAN TUĞG.SUAT DÖNMEZDİR.YANLIŞ ANLAŞILMASIN , KİMSEYİ TUTUKLAYIN GİBİ BİRŞEY DEMİYORUM ,HEDEF GÖSTERMİYORUM .SADECE ÇELİŞKİYİ GÖSTERMEYİAMAÇLIYORUM .BEN İZİN ALIP GELDİM ,TUTUKLADINIZ ...ŞİMDİ SORUYORUM:


TAMAMEN AYNI DURUMDA İKİ KİŞİDEN ( TÜMG..BEKİR MEMİŞ VE ALB.BEŞLER


GÜZEL ÖRNEĞİNDE OLDUĞU GİBİ ) BİRİSİNİN HAYATI KARARTILIYOR ,DİĞERİ


ŞÜPHELİ BİLE DEĞİL .İDDİA MAKAMI VE SAYIN HEYET BUNU BANA SÖYLEYEBİLİR VEYA AÇIKLAMAK İSTER Mİ ?



DOSYADAKİ HANGİ DELİL DURUMU VE HANGİ KUVVETLİ SUÇ ŞÜPHESİNİ GÖSTEREN OLGULARA GÖRE ,ÖZGÜRLÜK VE YAŞAM HAKKIMA MÜDAHALE ETTİNİZ?



ŞİMDİYE KADAR ANLAŞILDIĞI ÜZERE ,HAKKIMDA HİÇBİR HUKUKİ DAYANAK VEYA DELİL OLMADIĞI HALDE HANGİ DELİLLERİ TAM OLARAK TOPLAYAMADINIZ?



ULUSLARARASI BİR KONUMDA ,BÜTÜN PERSONELİMİN 74 ÜLKENİN VATANDAŞI OLMASI, GÖREVİMİN DÜNYADAKİ NATO BİRLİKLERİNİN FAALİYETLERİNİN ,LOJİSTİK VE KAYNAK İHTİYACININ SAĞLANMASI VE BENİM DE NATO SAVUNMA DİREKTÖRÜ OLDUĞUM BİLİNDİĞİNE GÖRE ,KONUMUM İTİBARIYLA HANGİ DELİLLERİ KARARTMA VE ETKİ YAPMA ŞANSIM VE İHTİMALİM VARDIR ?



SON OLARAK SÖYLEDİKLERİMİ ŞÖYLE BİR HAYAL EDİN :




NATO 'DA KORDİPLOMATİK GÖREV YAPARKEN ,ŞAHSIMA RESMİ BİR TEBLİGAT

YAPILMASINI BEKLEMEDEN HAKKIMDA YAKALAMA KARARINI VE AVUKATLARIMDAN KESİN OLARAK TUTUKLANACAĞIMI ÖĞRENMEME RAĞMEN BİLE BİLE MAHKEMENİZE GELDİM.

HAKKINDA YAKALAMA KARARI OLAN VE KAÇMA NİYETİ OLAN BİR SANIKTAN BEKLENEN NORMAL BİR DAVRANIŞ EN KISA ZAMANDA YURTDIŞINA KAÇMAKTIR.EŞİMLE ÇOCUKLARIMLA BERABER YURTDIŞINDA YAŞARKEN TUTUKLANMAM HALİNDE ÖZGÜRLÜĞÜM ,YAŞAM HAKKIM VE MESLEĞİMİN SONA ERECEĞİNİ BİLEN ,HALBUKİ YURTDIŞINDA YAŞAMAK İÇİN MADDİ ,MANEVİ ,ÇEVRE ,DOST,ARKADAŞ VE İŞ GİBİ HERTÜRLÜ OLANAĞA SAHİP OLAN BEN VATANIMA DÖNÜYORSAM ,NEYE iSNAT ETTİREREK KAÇMA ŞÜPHEM OLDUĞUNU KARAR VERDİNİZ?


NEDEN Mİ DÖNDÜM ?



CEVABI BASİT ,25 MARTTAKİ MAHKEME KARARINDA " BAKIN ŞEREFLİ TÜRK


SUBAYI KAÇMAZ DEDİNİZ AMA İŞTE KAÇTILAR ..." DENMESİNİN 162 KİŞİNİN


TUTUKLUĞUNUN DEVAMINA DENMESİNİN VE KALAN ARKADAŞLARIMIN BENİM


ÜZERİMDEN HAPİSTE KALMA İHTİMALİNE KARŞI VİCDANIMA HESAP VEREMEM DİYE DÖNDÜM .GELMEDEN ÖNCE BENİ ARAYIP "HAK HUKUK YOK ,ASLA GELME '' DİYEN ARKADAŞLARIMIN TELKİNİNE RAĞMEN DÖNDÜM.

1000 KEZ KARAR VERMEM GEREKSE AYNI KARARI VERİRİM VE DÖNERİM .ÇÜNKÜ HAPİSHANE HAYATIMIZDAN ÇALINAN DAKİKANIN ,SANİYENİN DEĞİL,HER ANIN DEĞERİNİ DÜNYADA ÖLÇEBİLECEK BİR DEĞER BİRİMİ YOK VE BUNLARIN GERİ DÖNÜŞÜ DE YOK...






NEDEN Mİ BURDAYIM ?



ÇÜNKÜ BEN DOĞRUYUM ,DİMDİK DURUYORUM ,EĞRİLERİN ,MUTLAKA VE MUTLAKA BİRGÜN CEZASINI BULACAĞINI BİLİYORUM.



NEDEN Mİ BURDAYIM ?



ÇÜNKÜ BURASI BENİM VATANIM ,TOPRAĞIM ,BURADA DOĞDUM,BURADA ÖLECEĞİM...



NEDEN Mİ BURDAYIM?



ÇÜNKÜ MÜLKÜN TEMELİ OLAN ADALETE İNANCIMI KAYBETMEDİM .YÜCE ADALETİN TECELLİ EDECEĞİNİ BİLİYORUM...



TALEBİM İSE ,



İSMİMİ TARİH ÖNÜNDE LEKELEMEYE ÇALIŞAN ORGANİZE SUÇ ÇETELERİNİ BULUP ,GEREKENİ YAPMANIZ VE BU İNSANLIK DIŞI UYGULAMAYA SON VEREREK BERAATIMI SAĞLAMANIZDIR.



SONUÇ OLARAK ;



HAKLILARIN MAHKUM EDİLDİĞİ BİR ÜLKEDE BÜTÜN DOĞRULARIN YERİ CEZAEVİDİR...



SAYGILARIMLA.... 21 Haziran 2011 10:32



HAKAN AKKOÇ