Perşembe, Nisan 17, 2025

 

                                                             


Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici, ilimdir, fendir. İlim ve fen dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.”   Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk…

"Köy Enstitülerinden Bugüne: Aydınlığa Kurulan Tuzak, Geleceğe Kurulan Karanlık"

 “Değerli dostlarım, aydınlığı kucaklamayı hedef edinmiş sevgili okurlarım, bugün 17 Nisan 2025. Köy Enstitülerinin 85. kuruluş yıldönümü. Ne büyük bir özlemi, ne büyük bir hayal kırıklığını içimizde taşıyoruz! Yüreğim yanarak bu satırları kaleme alıyorum.

Öyle çok başlık atılabilir ki, içim parçalanarak kaleme aldığım bu yazıya, anlatamam!

Nedeni malumun ilamıdır! Ancak birkaç başlıkla engin görüşlerinizi beslemem gerekiyor.  

Çünkü Köy Enstitüleri yalnızca bir eğitim modeli değildi. O bir devrimdi! O, karanlığa inat yakılan bir aydınlanma ateşiydi.
Ancak bu devrim, bir zaman sonra ihanete uğradı. O aydınlık yol, birer birer karartıldı. İşte şimdi, hep birlikte bu yolculuğu hatırlama zamanıdır!

1-"Köy Enstitüleri 85 Yaşında: Bilimin Işığını Söndürmenin Bedeli"

Birinci başlığın içini dolduralım, şimdi…

Köy Enstitüleri, sadece bir eğitim modeli değil; bir kalkınma, bir aydınlanma projesiydi. Anadolu’nun yoksul köylerinden alınan çocuklar, hem akademik bilgiyle hem de yaşam becerileriyle donatılıyor, kendi köylerine öğretmen, sağlıkçı, ziraatçı olarak dönüyorlardı. Bu sistemle amaçlanan şey, köylünün maruz kaldığı cehaleti yenmekti. Amaç sadece okuryazarlık oranını artırmak değil, düşünen, sorgulayan ve üreten bir nesil yetiştirmekti. Ve bunu başarmışlardı.

Ne yazık ki, bu başarı bazı çevreleri rahatsız etti. Bilimin ışığı, karanlığı besleyenleri kör ederdi zaten. Onlar da o ışığı söndürmeye yeminliydiler.


2-: "Eğitimde Çöküşün Hikâyesi: Atatürk’ten Bu Yana Süregelen İhanet Zinciri"

Atatürk'ün “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” hedefi, Köy Enstitülerinde hayat bulmuştu. Ancak o büyük devrimci öldükten sonra, onun mirasına sahip çıkılması gerekirken, tam tersine bir geri dönüş başladı.

Köy Enstitüleri önce yıpratıldı, sonra isimleri değiştirildi, sonra birer birer kapatıldı. Yerine gelen sistemler, ne üretim odaklıydı ne de özgür düşünceyi teşvik ediyordu. Böylece sadece bir okul modeli değil, aynı zamanda halkın aydınlık geleceği de kapatıldı.

Ve bugün hâlâ bu kapanışın bedelini ödüyoruz, ne yazık ki!...

3-  : "Kapanan Sadece Okullar Değildi; Kapatılan, Bir Milletin Umuduydu"

Cumhuriyet’in ilk yıllarında inşa edilen eğitim politikaları, çağdaş uygarlık seviyesini hedef alıyordu. Ancak Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla birlikte, bu yol sistematik biçimde karartılmaya başlandı.

Bilim yerine hurafe, eşitlik yerine ayrıcalık, sorgulama yerine itaat getirildi. Eğitim sistemi, siyasi hesaplarla şekillendirildikçe, cumhuriyetin temel ilkeleri de birer birer yıpratıldı.

4-: "Cumhuriyetin Aydınlık Yolculuğu Nasıl Sabote Edildi?"

Köy Enstitülerinin kapatılması, sadece bir eğitim sistemi tercihi değildi. Bu, doğrudan cumhuriyetin hedeflerine yönelmiş bilinçli bir saldırıydı. Aydınlıkla karanlığın, bilgiyle cehaletin savaşında taraf belli olmuştu.

Sonrasında gelen yıllar; ezberci, sınav odaklı, sorgulamayı reddeden bir sistemin doğuşuna şahit oldu.

Bugün gençler arasında derin bir umutsuzluk, öğretmenler arasında yıpranmışlık, toplum genelinde ise bir bilinç bulanıklığı varsa, bu sürecin başladığı yer 17 Nisan 1940 değil, 1954’tür! (Eğitim Enstitülerinin Kapatılması)

5. Eğitim Üretimle El Eleydi: Köy Enstitülerinde Eşsiz Model…

Köy Enstitüleri sadece okuma yazma öğretmekle kalmadı; marangozluk, tarım, hayvancılık, müzik, resim, drama ve halk sağlığı gibi birçok alanda üretim temelli bir öğrenme ortamı sundu. Öğrenciler kendi okullarını inşa ettiler, tarlalarını ekip biçtiler, kendi elektriğini üreten köy okulları vardı. Eğitimin içeriği, hayatın tam kendisiydi. Öğrenim sürecinin her aşamasıyla üretime katkı sağlayan bu sistem, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da besliyordu. Bugün özlemle andığımız şey, işte bu çok yönlü ve hayata dokunan modeldir.

6. Bir Ülkeyi Karanlığa Götüren Suskunluk

Enstitülerin kapatılmasından sonra, bu büyük yanlışın üzerine adeta bir suskunluk perdesi örtüldü. Yıllar boyunca ne öğretildi, ne anlatıldı.

Oysa Köy Enstitüleri sadece bir eğitim politikası değil, bir toplum mühendisliğiydi; çağdaş, üretken, düşünen bireylerin yetişmesi için kurulmuş devrimci bir projeydi. Bu suskunluk, sadece geçmişin değil, geleceğin de karanlığa gömülmesiydi.

Çünkü gelecek, ancak geçmişin ışığıyla inşa edilebilirdi!.

 

7.  ve son başlık “Köy Enstitülerine Sahip Çıkmak, Geleceğe Sahip Çıkmaktır.”

Her yıl 24 Kasım’da üzerine koyarak naçizane yayınlamaya çalıştığım “Öğretmenler Günü” nedeniyle  sizlerin bilgilerinizi tazelemeye çalışmaktayım. bilirsiniz sevgili dostlarım…  

Bugün hâlâ eğitimde derin eşitsizlikler, köy okullarının kapanması, fırsat eşitsizliği gibi pek çok sorunla boğuşuyoruz.

Oysa Köy Enstitüleri gibi bir modeli sahiplenmek, bugün hâlâ mümkündür. Bu sadece nostalji değildir; bu bir direniştir, bir umuttur. Cumhuriyet’in temellerine, aydınlığa, bilime, emeğe, eşitliğe sahip çıkmaktır. Ve inanın, bu ülkede hâlâ o ruhu taşıyan insanlar var.

Belki bir gün, yeniden...umutluyum, ben.

Son Söz: Aydınlığa Hasret Kalmayalım.

Sevgili okurlarım,
Köy Enstitüleri bir hayaldi. Gerçek oldu. Sonra yok edildi. Ama o hayalin bıraktığı izler hâlâ yüreğimizde, belleğimizde, toprağımızda yaşıyor.
Her çocuğun eşit eğitim hakkına sahip olduğu, köylünün kendi öğretmenini yetiştirdiği, emeğin ve bilimin baş tacı edildiği o güzel günleri düşünmek, bugüne bir umut bırakmaktır.

O hayali yeniden kurmak elimizde.
Yeter ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün o meşhur sözüne tekrar kulak verelim:
"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir."
Ve unutmayalım:
Karanlık büyürken, bir kıvılcım bile çok şey değiştirir.

Ben yine umutluyum ve gençliğe güveniyorum.
Köy Enstitüleri, işte o kıvılcımın ta kendisiydi.
Bugün o kıvılcımı yeniden yakma zamanıdır.

Saygıyla, özlemle, umutla…
17 Nisan 2025’te, Köy Enstitülerinin 85. yılında…

                         NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”

Formun Altı

 

 

Çarşamba, Mart 12, 2025

 

                                                


                                                         AYŞEN GRUDA

“Ayşen GRUDA'dan Müzik Tutkusuna uzanan,  Hatıralar, Sanat ve Bir Ömür”

Bana ulaşan yukarıdaki  paylaşım içimi burktu. Bir anda 1960'lı yıllara gittim. O günler ne kadar anlamlıydı! Fakirdik ama ruhsal zenginliğimizle bu eksikliği kapatıyorduk. Şimdilerde ise gidişat hiç iç açıcı görünmüyor!.

Yukarıdaki Metni Kısaca Değerlendirmem Gerekirse:
Merhum Ayşen Gruda, topluma mal olmuş önemli bir sanatçıdır. Söz konusu paylaşım, hayatın belirsizliğine ve ölümün beklenmedik bir anda gelebileceğine dair derin bir mesaj veriyor, insanlığa!

O nedenle bana göre  Ayşen Gruda’nın verdiği bu mesaj duygu yüklü ve insanlara empatiyi, sevgiyi ve değer vermeyi hatırlatan anlamlı bir öğüt niteliğindedir.

Bugünleri Değerlendirmek Gerekirse:
Adaletsizlikler ve toplumu derinden yaralayan uygulamalar nedeniyle kendimizi çaresiz hissediyoruz. Bir millet olarak Atatürk gibi bir liderin yeniden başımıza geçmesini bekler olduk. Şartlar nedeniyle umudumuzu duaya bağlarken, bu Mübarek Ramazan ayında bir Hitit duası ile seslenmek istiyorum, siz, sevgili dostlarıma..

"Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET ver, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR ver, ikisi arasındaki farkı bilip en doğru kararı vermek için ise bana AKIL ver."                                                                                     

Hatıralara, Sanatla Bütünleşen Bir Ömre Ve Ayşen Gruda Gibi Aktiviste dair bir şeyler söylemek gerekirse:  
Yaşamda başarılı olmak için fiziksel ve ruhsal enerjinin bir arada olması gerektiğine inanıyorum.. Ruhsal enerjisi tükenen bir neslin yaşam enerjisi de tükeniyor!

 Ne yazık ki uzun zamandır bu enerjiyi arar olduk.

Bu yazıda neden Ayşen Gruda'yı örnek verdiğime dair kısaca bir açıklama yapmak isterim.

Domates Güzeli lakaplı  Ayşen Gruda ile İstanbul, Kadıköy, Moda'da, Hacı Şükrü Sokağı'nda oturuyorduk. Çocukluk arkadaşlığımız çok iyiydi. Abisi Aypak Erman ile daha da yakındık. Devre arkadaşım Suat Tansu'nun oturduğu  binanın en alt katında kiracıydılar.

İleti adresime düşen  paylaşıma uzun uzun bakarken, 1960'lı yıllara daldım. Ne güzel yıllardı, ne güzel günlerdi!..

Şimdilerde dostlarım bana "Hatıralarını neden resimlerle taçlandırmadın?" diye serzenişte bulunuyorlar.

Bu nedenledir ki;  Edip Akbayram, Barış Manço, Ahmet Selçuk İlkan, Erol Evgin, Emel Sayın, Ajda Pekkan, Orhan Gencebay, Selami Şahin ve daha nice değerle birlikte unutulmaz anılar biriktirdiğimi anlattığımda inanmakta tereddüt edenlere hak veriyorum.

Bu İhmalkarlığım Nedeniyle  Siz, Dost Ve  Okurlarımdan  Özür Diliyorum.

Sanattan beslenen toplumların her konuda ne kadar başarılı olduğu ve olacağı (!)  tarihi bir tespittir.

Bu düşünceden hareketle zamanında (2016 yılında) kaleme aldığım, çeşitli gazetelerle ve  siz sevgili dostlarımla, okurlarımla paylaştığım “Mesleğimdeki Başarımın Sırrı: Güzel Sanatlara Olan Tutkumdur.” başlıklı yazımın önemsediğim bir bölümünü  aktarmamın sayısız faydaları olacağına inanıyorum.  

 Sevgili okurlarım, sürekli memleket meselelerine odaklanmanın insanlığa faydadan çok zarar verdiğine ve ruhsal sağlığımızı bozduğuna inanıyorum. Arada bir de olsa hayatımızı sanatsal faaliyetlerle renklendirmenin sayısız faydaları vardır.

Dünya tarihine damga vuran devlet ve bilim adamlarının yaşamlarına baktığımızda, güzel sanatlarla ilgilendiklerini görürüz. Atatürk ‘Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur’ sözüyle bu gerçeği vurgulamıştır.”

2019 yılında kaybettiğimiz Türk tiyatrosu ve sinemasının unutulmaz ismi Ayşen Gruda'yı, kahkahalarımıza kattığı neşe ve sahnedeki eşsiz zarafetiyle saygı ve özlemle anıyorum.

“İnsanlığın güzel sanatlarla beslenmesi dileklerimle.” Fevzi Moray 12 Mart 2025                                                                 

                                        “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çarşamba, Ocak 22, 2025

“Bir kıvılcım olarak gidiyorsunuz, meşale olarak döneceksiniz” Mustafa Kemal Atatürk.

 

                                                  

 

Geleceğe Umut Taşıyan Bir Kıvılcım,  Bu Coğrafyada Bir Aleve Dönüşür.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bir kıvılcım olarak gidiyorsunuz, meşale olarak döneceksiniz” veciz sözünü rehber edinerek, bu gençler dünya çapında aKara Harp Okulu 1968 mezunu değerli devre arkadaşım Ümit ve saygıdeğer eşi Jale Önen’in oğlu Mert Önen ve ekip arkadaşlarının Almanya’da kurdukları “Bir Dünya Kıvılcım” derneği, hepimiz için büyük bir ilham kaynağı oldu.ydınlanma ve toplum farkındalığı yaratmaya yönelik projeleriyle geleceğe umut taşımaya devam ediyorlar.

18 Ocak 2025 tarihinde dernek başkanı Gözde Kara Günaydın’ın Fatih Altaylı ile TEKETEK Bilim programında yaptığı uzun ve derinlikli sohbet, hem derneğin vizyonunu hem de geleceğe dair umutlarımızı pekiştirdi.

Bu anlamlı girişim, sadece kurucuların değil, hepimizin evlatları için bir ilham kaynağı niteliğinde!

Aşağıda paylaştığım videoyu izlerken çok heyecanlandım, çok duygusallaştım. “Yeni bir ümit mi doğuyor ne?” diye düşünerek sevgi gözyaşlarıma hakim olamadım.

. Bu nedenle sevgili evladımız Mert Önen ve arkadaşlarını yürekten tebrik ediyorum. Birer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk sevdalısı olarak çıktıkları bu meşakkatli yolda başarılarının katlanarak artmasını diliyorum. İnşallah bu kıvılcım, ışığını tüm dünyaya yayarak Atatürk’ün işaret ettiği meşaleye dönüşür.

Atatürk’ün Türk Gençliğine Güveni: Sadi Irmak’ın Anısı:

Atatürk’ün Türk gençliğine ne kadar güvendiğini hatırlatan yaşanmış bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Atatürk, Sadi Irmak’ın isminin yanına “Berlin Üniversitesi’ne gitsin” diye not düşüyor. Ancak Sadi Irmak gitmek ya da gitmemek konusunda kararsız kalıyor. O zaman yaşadığı bu çıkmazı şu sözlerle anlatıyor:

“Vakit geldiğinde ise Sirkeci Garı’ndayım; ama kafam çok karışık. Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı? Tam gitmemeye karar verdiğim ve geri döndüğüm sırada bir posta dağıtıcısı ismimi çağırdı: ‘Mahmut Sadi! Mahmut Sadi! Bir telgrafın var.’‘Benim’ dedim. Telgrafı açtım, aynen şunlar yazıyordu: ‘Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz. İmza: Mustafa Kemal.’

Okuyunca düşüncelerimden olağanüstü utandım. ‘Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme’ dedim. Düşünün, 1923’te o kadar işinin arasında 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne hissettiğini sezebilen, ona göre telgraf çeken bir liderin önderliğinde bu ülke için can verilmez mi?

Çok başarılı oldum. Ülkeme alev olarak döndüm. Önce İstanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü‘nü kurdum. Kürsü başkanı oldum. Daha sonra ülkemi temsilen başbakanlık yaptım.”

Ayrıca zaman bulursanız, aşağıdaki linkten Gözde Kara Günaydın’ın Fatih Altaylı ile TEKETEK Bilim’de yaptığı ve 47 dakika süreli uzun ve derinlikli sohbetini takip etmenizi şiddetle öneririm. Bu sohbet, derneğin vizyonunu ve geleceğe dair umutlarımızı pekiştiren nitelikte..

Fatih Altaylı ile TEKETEK Bilim Programı

         “Ne Mutlu Türküm Diyene!”