KAYBETTİĞİMİZ İNSANLAR
VE TOPRAKLAR…F.MORAY
Sevgili dost ve silah arkadaşlarım, uzun bir aradan sonra tekrar
merhabalar. Kısa zaman önce adresime
düşen ve önemsediğim bir iletiyi bu gün
sizlerle paylaşmak istedim. Aracı olan Selman Gök adlı bir vatandaşımız…
***
Alıntı beni 1970’lerde yaşadıklarıma aldı götürdü. İletide konu
edilen Karadenizliler ile şu
sıralar maalesef kaybetmekte olduğumuz
doğulu ve güney doğulu kahraman
yiğitlerimize girmeden önce
başımdan geçen çok duygulandığım ve gururlandığım
bir kaç yaşanmışlığı kısaca sizlerle
paylaşmak isterim.
Anılarımın
sizleri sıkmayacağını ve sonuna kadar okuyacağınızı umuyorum..
Açıklamaya
çalıştıklarımı silah arkadaşlarımın gönülden onaylayacağını biliyorum,
ancak derdim gerçek bilgiye hasret
olan sevgili dostlarımı aydınlatmaktır.
***
Bir tarafta günümüzde masa başında dönen entrikalarla kaybetme noktasına
geldiğimiz bir Kıbrıs var , diğer tarafta ise
1974’de gerçekleştirdiğimiz,
dünyaya örnek olan ve tarihimizin
sayfalarını onurlandıran muhteşem Kıbrıs Barış harekatı…
Şimdi anıma geçebilirim..
1974 yılında Kıbrıs harekatının
başlamasıyla birlikte SEFERBERLİK ilan
edilmiş ,
o sıralar ben Davut paşada konuşlu 29 Mekanize
Piyade Tümen’inde bölük komutanı idim...
Cengaver komuta
kademesinin nezdinde yavru Vatan Kıbrıs’a çıkarma yapan askerlerimiz
kısa süreli yaşadıkları heyecanı, başarılı ve dünyaca örnek alınacak Barış Harekatına dönüştürürken, bizler ise Ana vatanımızın kutsal Trakya topraklarında 2,5 ay süreyle uyumadan
beklemiştik.
Oysa ,Türk
oğlu Türk'ün hiç haz etmediği bir Muharebe şekliydi b e k l e m e k..
Yunanistan’ın aşağıda açıklanan art niyetini boşa çıkarmak için Trakya'mızın
kutsal topraklarında görevimizin başındaydık..
Bunu neden mi anlatıyorum?. Yukarıda belirttiğim gibi SEFERBERLİK ilan edilmiş ve ülkemizin her yöresinden – doğulusu/
batılısı/ kuzeylisi/ güneylisi- yiğit
insanlarımız ellerinde Türk bayrakları olduğu halde sivil
olarak sefer görev yerleri olan Trakya
hududuna akın etmişlerdi. Vatanını seven ve
uğruna gözünü kırpmadan canını teslim etmeye hazır cengaverlere inanın lojistik destek verme gücümüz kalmamıştı.. Demek istemem o ki, kahramanlarımızı siperlerde silahsız ve
teçhizatsız bulundurmak durumunda kalmıştık.
Bu arada Türk’ün vatan sevgisini
ve yiğitliğini ispatlamak açısından
insana gurur veren tarihi bir olguyu da yeri
gelmişken açıklayayım:
Seferberlik
ilanıyla gelip silahsız ve teçhizatsız Trakya sınır boyunu beklemeye
dayanamayan bazı kahraman Mehmetçikler, habersiz ana vatan topraklarından yavru
vatan Kıbrıs’ta savaşmaya gitmişlerdi. İŞTE
TÜRK BUDUR…
Bizler ise her an tetikte b e k l e r k e n, Yunanlı askerlerin, komutanları tarafından zincirlerle bağlandıkları siperlerden
nasıl geriye kaçtıklarını görüyor, hadlerini bildirmenin hesaplarını yapıyorduk
.
Şimdide sıra Yunanistan’ın art niyetini ve neden Trakya topraklarına gittiğimizi açıklamama geldi. Kıbrıs Barış
Harekatını 1963’de değil de 1974 yılında gerçekleştirmemizin önemli bir
sebebi vardı. Zira bizler o
tarihte topyekun bir harekata hazırdık. Yunanistan
ise
1967’den 1974’de kadar Cunta-
albaylar- yönetimindeydi. Doğal
olarak Milli Güç Unsurları ( MGU) da oldukça
zayıflamıştı. Türk
ulusu ise , güçlü olduğunda Yunanistan'ın Milli Hedef ve
Menfaatlerine ulaşmak için neler
yapacağını çok iyi biliyordu. Zira bu
ülkenin en büyük hedefi Megali İdea idi. Kelime anlamı "Büyük
İdeal, büyük fikir demektir” Kısacası ; büyük Yunanistan'ı kurmayı hayal
etmektedir.
Şimdi de affınıza sığınarak başka bir tarihi
gerçeği açıklamalıyım..." Barış döneminde savaş hazırlığı yapamayan
bir ulusun savaşı kaybetmesi kaçınılmazdır." Bu olmazsa olmaz savaş kuralıdır.. Darbe yapmış bir ulusun ,
diğer bir anlatımla asli
görevlerinden uzaklaştırılmış bir silahlı
gücün , ülkesini dış güçlere karşı
koruması imkansız hale gelir. Buda Yunanistan’ın
en önemli gücünü kaybetmesi demektir.
Yunanistan’ın nasıl ki idealleri
varsa , Türk
Ulusunun da Milli Hedef ve Menfaatleri , diğer bir tabirle Kırmızı Çizgileri olacaktır.
Bundan tabii ne olabilir ki. Malumu
veçhile Batının şımarık çocuğu çevirdiği
dolaplarda dünya birincisidir. Bir karış toprak vermemeye yeminli Türk ulusu ise, gözü pek ve
kahraman evlatları ile ayrılmaz bir bütünlük içerisinde Trakya’yı çok güçlü tutmaya kararlıdır.
Malumunuz o tarihlerde
harp silah , araç ve gereçleri teknolojik gelişimden yoksundu. Savaş
uçaklarının havadan ikmal yapma yetisi de
bulunmuyordu. Bu nedenledir ki, uçaklarını
Yunanistan’dan kaldırıp Kıbrıs semalarında harekat icra etmesi mümkün
olmamıştır..
Bu
zafiyetini ortadan kaldırmak maksadıyla ne
yapacaktır? Tabii ki, Trakya'nın her hangi bir bölgesinden bir karış toprak ele
geçirip, dünya desteğini de yanına
alarak , tarih boyunca yaptığı gibi, savaşı
masa başında kazanmayı hedeflemektedir.
Yurt savunması söz konusu olduğunda vefakar Türk insanı ; dünyanın hayretler içinde kaldığı birlik ve beraberlik
örneğini tıpkı kurtuluş savaşında olduğu gibi
burada da veriyordu. “Söz konusu vatan ise
gerisi teferruattır” ilkesini bir kez daha yaşatarak düşmana korku, dosta ise güven,
coşku ve gurur
veriyordu Türk askerimiz.
Yeri gelmişken Balyoz davasından tutuklu olan Değerli komutan E. Orgeneral Ergin Saygun'un
" Türk Ordusuna Balyoz" adlı kitabında dile
getirdiği yaşanmış bir anekdotu sizlerle paylaşmam gerekiyor.
Görev yaptığım Doğu Anadolu illerinden birinde tanıştığım Tahir
amca isimli köylü vatandaşımız bölünüp birbirimize düşman oluşumuzu bakın nasıl dile
getiriyor.. E.SAYGUN
"-1974 yılında Kıbrıs harbi çıktığında ,elimizde
Türk bayrakları traktörlere dolduk, Kaymakamlığa gittik. Hacca gitmek için
yatırdığımız paraları Türk Silahlı Kuvvetlerine bağışladık ve Hacca gitmekten
vazgeçtik. Yaşı tutan herkes askere yazılmak üzere dilekçe verdi.
-1993 yılında ise yine traktörlere dolduk, bu sefer
elimizde Kalaşnikoflar ve PKK bayrakları Kaymakamlığı basmak için gittik; asker
geldi, ateş açtı, bizde ateş açtık, iki taraftan da ölen ve yaralanan oldu..
Aradan geçen 19 yılda bize ne oldu? Neden bu hale geldik"
Sevgili
dost ve kahraman silah arkadaşlarım, üzülerek belirtmeliyim ki, şimdilerde iç ve dış düşmanlarımız el birliğiyle Türk
insanını yozlaştırmış ve birbirini öldürmekten çekinmeyen azılı birer caniye
dönüştürmüştür. Bu minvalde Büyük Orta Doğu (BOP) projesiyle
birlikte kaybettiğimiz yiğitlerden sonra o kutsal vatan topraklarına gidip nefeslenmemiz bile tehlikeye girmiştir
ne yazık ki!!!!!!
En içten
sevgi ve saygılarımla..
Fevzi
Moray
Şimdi sıra esas konuyu siz değerli
dostlarla paylaşmaya geldi.
Dikkatle ve altını çizerek okumanızı
öneririm..
KARADENİZ YİĞİDİNİN AĞIZINDAN ÇIKANLARLA SİZLERİ BAŞBAŞA
BIRAKIYORUM.. YORUM SİZLERİNDİR.
Ben Karadenizliyim!
HİÇ BENZEMİYORUZ ASLINDA HEMDE HİÇ !
HİÇ BENZEMİYORUZ ASLINDA HEMDE HİÇ !
Lazca konuşma merakım
hiç olmadı.
Ana dilde Lazca isteğim olmadığı gibi.
Karadeniz diye adlandırılan topraklarda hep gurbeti yaşadım.
Bazen inşaatçı oldum, bazen hamal.
Bazen yurt dışına göç eden emekçi.
Bazen milletvekili, bazen mühendis.
Bazen kanun kaçağı, bazen asker, bazen ise polis olarak yaşadım yaşanılmaz memleketi.
Patika yollarla doludur yaşadığım yer. keçi yolu diye tabir edilen yolları hiç keleş ile dolaşmadım.
Pusu atmadım askere, polise.
Senin gibi açlığı iyi bilirim. Beraber yüklendik ülkenin en ağır yükünü.
Emekçileri oynadık nesiller boyu.
Sen susuzluktan yakınırken ben sellerin sürüklediği molozlar arasında kaybettiklerimin cesetlerini aradım.
Senin adın sınır kaçakçılığınla anılırken, ben yasa dışı silah kaçakçısı olarak tanındım.
Silah ürettim evimin ahırında, namlu taktım oyuncak silahlara.
Sen Irak, Suriye topraklarında gezinirken bende Gürcistan topraklarına uzanmışım ara sıra.
Bazıları bizi çok özdeş kabul eder.
Lazlar Kürt'ün deniz görmüşüdür der bilirsin.
Benziyor muyuz gerçekten?
Hem de çok, hem de hiç!
Benziyoruz; sen karnı burnunda anne adaylarını kızak ile hastanelere taşırken ben sırtımda taşıyorum.
Benzemez miyiz?
Ülkenin en ağır işlerini beraber sırtlandık.
Sen beton dökerken ben duvarcılık yapıyordum. Sen duvar örerken ben demir döşüyordum.
Sen park simsarlığı yaparken ben gazinoları haraca bağlıyordum.
Benzemez miyiz?
Senin çocukların ile benim çocuklarımın kaderi de aynı, aynı hastalıklardan kırılırlar, aynı hastalıklardan Sakat kalırlar, aynı eğitimsizlikten mağdur olurlar.
Benzemez miyiz hiç?
Sana ulaşma konusunda devletin nasıl geç kaldığını iddia ediyorsan benimde farkım yok bilesin.
Devleti hep Jandarma diye bilir yörem insanı.
Sizdeki gibi.
Benzemez miyiz?
Aynı gelenek yüzünden silahına sarılıp binleri öldürdük namus anlayışı gereği.
Silaha merakımız, silahı yaşamın parçası görme anlayışımız hep aynı.
Benzemez miyiz?
Çok benziyoruz çok.
Kürtler, Lazların deniz görmemişidir!
Ne kadar doğru değil mi?
Hiç benzemiyoruz aslında.
Hem de hiç!
Ana dilde Lazca isteğim olmadığı gibi.
Karadeniz diye adlandırılan topraklarda hep gurbeti yaşadım.
Bazen inşaatçı oldum, bazen hamal.
Bazen yurt dışına göç eden emekçi.
Bazen milletvekili, bazen mühendis.
Bazen kanun kaçağı, bazen asker, bazen ise polis olarak yaşadım yaşanılmaz memleketi.
Patika yollarla doludur yaşadığım yer. keçi yolu diye tabir edilen yolları hiç keleş ile dolaşmadım.
Pusu atmadım askere, polise.
Senin gibi açlığı iyi bilirim. Beraber yüklendik ülkenin en ağır yükünü.
Emekçileri oynadık nesiller boyu.
Sen susuzluktan yakınırken ben sellerin sürüklediği molozlar arasında kaybettiklerimin cesetlerini aradım.
Senin adın sınır kaçakçılığınla anılırken, ben yasa dışı silah kaçakçısı olarak tanındım.
Silah ürettim evimin ahırında, namlu taktım oyuncak silahlara.
Sen Irak, Suriye topraklarında gezinirken bende Gürcistan topraklarına uzanmışım ara sıra.
Bazıları bizi çok özdeş kabul eder.
Lazlar Kürt'ün deniz görmüşüdür der bilirsin.
Benziyor muyuz gerçekten?
Hem de çok, hem de hiç!
Benziyoruz; sen karnı burnunda anne adaylarını kızak ile hastanelere taşırken ben sırtımda taşıyorum.
Benzemez miyiz?
Ülkenin en ağır işlerini beraber sırtlandık.
Sen beton dökerken ben duvarcılık yapıyordum. Sen duvar örerken ben demir döşüyordum.
Sen park simsarlığı yaparken ben gazinoları haraca bağlıyordum.
Benzemez miyiz?
Senin çocukların ile benim çocuklarımın kaderi de aynı, aynı hastalıklardan kırılırlar, aynı hastalıklardan Sakat kalırlar, aynı eğitimsizlikten mağdur olurlar.
Benzemez miyiz hiç?
Sana ulaşma konusunda devletin nasıl geç kaldığını iddia ediyorsan benimde farkım yok bilesin.
Devleti hep Jandarma diye bilir yörem insanı.
Sizdeki gibi.
Benzemez miyiz?
Aynı gelenek yüzünden silahına sarılıp binleri öldürdük namus anlayışı gereği.
Silaha merakımız, silahı yaşamın parçası görme anlayışımız hep aynı.
Benzemez miyiz?
Çok benziyoruz çok.
Kürtler, Lazların deniz görmemişidir!
Ne kadar doğru değil mi?
Hiç benzemiyoruz aslında.
Hem de hiç!
Ana dil hiç sorun olmadı benim için, bahane de olmadı
.
Kültürel haklar gerekçesi ile hiç cana kıymadım ben.
Hiç pusu atıp mayın döşemedim körpe delikanlılara, yiğitlere. vatan için görev yapanlara.
Hiç işyeri yakmadım.
Hiç kepenk kapatmadım insanların yüzüne.
Hiç yollara düşüp caniliği, canileri savunmadım.
Hiç Mehmetçik ile puştu bir tutmadım, yakıştıramadım vicdanıma.
Hiç benzemiyoruz hiç!
Çanakkale'de bende öldüm.
Yetmedi Pontus çeteleri ile mücadelede öldüm.
Ruslara karşı öldüm.
Yetmedi Kore de öldüm, Kıbrıs’ta öldüm.
Bunu iğrenç ayrılıkçılık anlayışına kılıf uydurmak için malzeme konusu yapmadım.
Nereden bilebilirim ki Çanakkale'de ölen atalarımın şimdilerde yapmaya çalışacağım ayrılıkçılığa anlayış gösterebileceklerini ki!
Zafere ulaşmak için her yol mubah demedim, diyemedim.
Çocuklarımı sokaklarda taş atsınlar, barikat kursunlar diye yollamadım.
Bayrakları çiğnesinler, Milli Marşı söylemesinler diye öğütlemedim.
Lazlığımı Türklüğümün önünde görmedim hiç bir zaman.
Ben dağa çıkmadım.
Ülke ülke dolaşıp vahvahlarımı anlatmadım.
Bir oğlumu dağa bir oğlumu üniversiteye birini askere yollamadım.
Devlete vergiden kaçıp eşkiyaya haraç vermedim. Ekmeğine yağ sürmedim.
Gece dağda gündüz kurumda olmadım. hastaneleri basmadım, okulları yakmadım, şantiyeleri havaya uçurmadım.
''ÇÜNKÜ BEN YEDİĞİM EKMEĞE HİÇ İHANET ETMEDİM..BİZİM İÇİN TEK BAYRAK, TEK DİL,TEK VATAN ..BİZ KARADENİZ ÇOCUĞUYUZ.
Kültürel haklar gerekçesi ile hiç cana kıymadım ben.
Hiç pusu atıp mayın döşemedim körpe delikanlılara, yiğitlere. vatan için görev yapanlara.
Hiç işyeri yakmadım.
Hiç kepenk kapatmadım insanların yüzüne.
Hiç yollara düşüp caniliği, canileri savunmadım.
Hiç Mehmetçik ile puştu bir tutmadım, yakıştıramadım vicdanıma.
Hiç benzemiyoruz hiç!
Çanakkale'de bende öldüm.
Yetmedi Pontus çeteleri ile mücadelede öldüm.
Ruslara karşı öldüm.
Yetmedi Kore de öldüm, Kıbrıs’ta öldüm.
Bunu iğrenç ayrılıkçılık anlayışına kılıf uydurmak için malzeme konusu yapmadım.
Nereden bilebilirim ki Çanakkale'de ölen atalarımın şimdilerde yapmaya çalışacağım ayrılıkçılığa anlayış gösterebileceklerini ki!
Zafere ulaşmak için her yol mubah demedim, diyemedim.
Çocuklarımı sokaklarda taş atsınlar, barikat kursunlar diye yollamadım.
Bayrakları çiğnesinler, Milli Marşı söylemesinler diye öğütlemedim.
Lazlığımı Türklüğümün önünde görmedim hiç bir zaman.
Ben dağa çıkmadım.
Ülke ülke dolaşıp vahvahlarımı anlatmadım.
Bir oğlumu dağa bir oğlumu üniversiteye birini askere yollamadım.
Devlete vergiden kaçıp eşkiyaya haraç vermedim. Ekmeğine yağ sürmedim.
Gece dağda gündüz kurumda olmadım. hastaneleri basmadım, okulları yakmadım, şantiyeleri havaya uçurmadım.
''ÇÜNKÜ BEN YEDİĞİM EKMEĞE HİÇ İHANET ETMEDİM..BİZİM İÇİN TEK BAYRAK, TEK DİL,TEK VATAN ..BİZ KARADENİZ ÇOCUĞUYUZ.
Selman Gök
aracılığıyla….
Ne de doğru sözler. Bizi bizden kopartanlara, ayrıştırmaya çalışanlara ibretlik bir yazı okudum.
YanıtlaSilDuygulanmamak elde mi?
Nefis bir yazı kaleme almışsınız.
Gerçekler yüreğe sıkılan kurşunlardan daha tesirlidir.
Elinize, yüreğinize sağlık değerli kalem dostum.
Var olun.Kaleminiz daim olsun efendim.
Teşekkür ederim.
Vatanımıza aydınlık dolu yarınlar dilerim.
Selam ve saygıyla
E.PİŞİREN